Makaleler

Anasayfa

Hakkımızda

Yardım

Yasal Konular

Eleştiri Nedir?

Eleştiri, Atilla Özkırımlı gözünden şu şekilde görülmüştür:

“Sanat yapılarını tanıtmak, açıklamak, sınıflamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazıların tümüne verilen ad.“(Atilla Özkırımlı, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, c.2, s.428)

Eleştirinin etimolojisine de inen Atilla Özkırımlı, eleştiri anlayışının kökeni hakkında net bilgiler sunarken günümüzde TDK, eleştiri sözcüğünün kelime anlamını şu şekilde vermektedir:

  1. isim Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi, tenkit
  2. edebiyat Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle değerlendirerek anlaşılmasını sağlamak amacıyla yazılan yazı türü, tenkit, kritik [terim]
  3. felsefe Özellikle bilginin temellerini ve doğruluk durumunu inceleme, sınama, yargılama [terim]  (TDK, Güncel Türkçe Sözlük)

Bu anlamlara bakarak eleştirinin işlevini bir sanat yapıtının hem iyi hem kötü yanlarını okuyucuya göstermek olarak yorumlayabiliriz.

Bir eleştirmen olan Doğan Hızlan da bu düşüncemizi destekler nitelikle bir tanım kaleme almıştı:

“…Eleştirmenin bir işlevi de okuyucu ile sanatçı arasında bağ kurmaktır. O, kimi zaman kitabın tezgahıdır. Ama okuyucuya tam güven verebilmiş midir? Hayır. Gün olur, sanatçının yazdıkları ve yazacakları konusunda eleştirme denetleyici, öğretici bir yol taşıyabilir. Sanat eserleri arasındaki bağlantıyı o bulacak, kimi zaman danışmanlık da yapacaktır. Nedense, ülkemizde eleştirmeye böyle bir görevi yakıştıramıyorlar. Ancak eserler yazılıp ortaya konduktan sonra, turnusol kağıdı olmasına izin veriyorlar. Oysa, onun da sanat eseri konusunda söyledikleri yol gösterici olabilir…” ( Mehmet Seyda, Edebiyat Dostları, Doğan Hızlan’ın yanıtından, 1970)

Eleştiri, nedense Türkiye’de bu şekilde görülmedi bir türlü. Bizde hala eleştiri kötü yanları sergilemek bir nevi ayıbı göstermek şeklinde görüldü. Belki bu, insanlarımızın eleştiriyi pek sevmemesinden kaynaklı belki de eleştiriye başlangıcımızın Tanzimat döneminde muaheze olmasından kaynaklıdır. (bakınız, Türk Edebiyatında Eleştiri: Tanzimat Dönemi)

Dünyada Eleştirinin Gelişimi

Dünyada eleştiri, Antik Yunan’da görülmüştür. Muhtemelen sanat yapıtı olarak değil, genel bir eleştiri olarak ele alınmıştır ki Platon “Devlet” gibi bir eser verebilsin.

Eleştiri, felsefeden doğmuştur. Alman düşünürü Immanuel Kant’ın öğretisinden birisidir, bilgi felsefesinde bilgiyi yargılama olarak ortaya çıkmıştır. Orhan Hançerlioğlu bu konuda şu bilgileri vermektedir:

“Yargılama ve ayırt etme anlamlarını dile getiren Yu.

kritike

deyiminden türemiştir.Antik Çağ Yunanlıları bu anlamda eleştiri sanatına Yu.

kritike tekhne

derlerdi.’Kesinlikle yargılamak’ anlamındaki Yu.

kritikos

sözcüğü Latinceye

krinein

kökünden türetilen eleştirel ve eleştirici anlamındaki Yu.kritikos Latinceye critius biçimiyle geçmiş ve bu yolla Avrupa dillerine yayılmıştır.Eleştiri terimi,

eleştirme

ve

eleştirim

biçimlerinde de kullanılmaktadır.  Terim, herhangi bir şeyi iyi ve kötü yanlarıyla değerlendirme anlamını kapsadığı halde bir şeyin sadece kötünü yanını gösterme os. Taan, Muaheze anlamında da tanımlanmıştır. (…) Eleştiri ve öz eleştiri, Os. Tenkid-i binefsihî, kuramsal ve eylemsel Marksçılıkta yanılgıları bulma ve düzeltme olarak kullanılır.” (Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi)

Eleştiri, sanat eleştirisi olarak tarihin ilk çağlarına kadar götürülebilir. Sanatın olduğu her zaman sanat eleştirisi de varlığını sürdürmüştür. Ama bir edebi tür olarak çıkış tarihi 19. yüzyıldır.

Antik Yunan’da Platon, sanat ama özellikle edebiyat alanında kuramsal bir takım “eleştirilerde” bulunmuştur.  Bu kuramsallıklar Aristoteles tarafından sistemli ve kurallı bir hale getirilmiş ama nitekim o da, sanatı öğretme amacı hatta tanıtma amacı taşımıştır. O zamanlarda, “tragedya” ve “komedya” türünde korolu tiyatrolar olduğu için Aristo da bu sanatlar hakkında Poetika (Öğreti) adlı eserini kaleme almıştır. Şuan elimize ulaşan Poetika, tragedyanın anlatıldığı kitaptır; onun ikincisi yine bu kitapta haber verilmişse de komedyayı konu olan Poetika kitabı kayıptır.

Poetika, Batı için önemli bir eserdir. Aristo bu eserinde güzellik hakkındaki, estetik hakkındaki felsefi görüşlerine yer vermiş ve bu fikirler Rönesans’a kadar Batı için kural haline gelmiştir.

Poetika’da neler anlatılır?

Poetika’da, iki ana bölüm vardır:

a. Genel Bölüm: Bu bölümde şiir sanatının özü, şiir sanatının türleri, türlerin adı ve birbirleriyle olan ilişkileri anlatılır. Aristo şiir sanatını üç kısımda inceler:

  1. Araç bakımından
  2. Konu bakımından
  3. Taklit tarzı bakımından

b. Özel bölüm: Genel bölümden sonraki bölümdür. Burada, tragedya işlenir. Özel kısmın ilk bölümü Tragedya’nın tanımından ve bölümlerinden oluşur; daha sonra Epos anlatılır. Son iki bölümde ise şiir sanatının sorunlarına değinilir ve son bölümde epos ile tragedya karşılaştırılması yapılır.

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılabildiği gibi burada Aristo, eleştiriden çok bir öğreti üzerinde durmuştur. Atilla Özkırımlı, Poetika’nın özellikleri için şu açıklamayı yapar:

“(…) Aristo da ustasının izinden yürümüş, felsefenin sınırları içinde estetik açıdan, güzel ve güzellik kavramları üzerinde durmuş, sanatın ( özellikle tiyatro sanatı) ne olduğunu açıklamayı amaçlamıştır. Rönesans’a dek bu tutumda bir değişiklik görülmemiş, edebiyat eleştiri yazma kurallarını, söz sanatlarını açıklayan, bu yolda öğütler veren bir bilgi dalından öteye geçememiştir.“

Batı’da eleştiri yapmak oldukça zordu Rönesans’a kadar. Onlardaki Klasisizm, sarayı gözeten ve kurallı edebiyatı ön gören bir sanattı. Kuralları bozanlar eleştirilmiyor, direk edebiyat dünyasından dışlanıyordu. Bu klasik öğreti ise Antik Yunan felsefesine dayanıyordu. XVII. Yüzyılda Aristo’nun Poetikası ve Horatius’un Ars Poetica’sından çıkan kurallar, Batı’nın edebiyat ve sanat anlayışını oluşturuyordu.

Bu bir anlayıştan ziyade, bir dogma olarak görülmüştür. Bunlar öyle kurallardır ki yapıtın dil bilgisinden tekniğine, konusundan kahraman seçimine kadar her şey belirlenmişti. Herhangi bir yazar farklılığı göz önüne alınmıyor, hoş görülmüyordu. Kurallar, yazar ya da yapıt dinlemeden herkese uygulanıyordu. Edebiyat için özgür bir dünya olmadığından dolayı eleştiriden de söz edemeyiz. Nitekim eleştiri, eserin iyi ya da kötü yanlarını ortaya koyan “nesnel” düşünceler olmalı. Gelenekten etkilenip etkilenmemesi eleştirmenin kendi inisiyatifi bile olsa sonuçta eleştiri için özgür bir ortam gerekir ki klasisizm için bundan bahsedemeyiz.

Yalnız bu düzen böyle sürmemiş ve hem aydın kesim hem de halk bu monotonluktan bu kısıtlamalardan rahatsız olmuşlardır. Önceleri baskı artırılıp bu çıkan sesler susturulmaya çalışılsa da Rönesans engellenememiştir.

Edebiyat topluma devrim yaptırır mı?

Rönesans bir nevi kağıdın zafer kazanmasıdır. Yani evet, edebiyat bir topluma devrim yaptıracak kadar güçlüdür. Edebiyat tarihi ile sosyoloji her zaman kardeş olan iki bilim dalıdır. Edebiyat tarihindeki olaylar, sosyal tarihi de ele verir. Hayatını eleştiriye adayan Berna Moran edebiyat tarihi ve toplum tarihinin kardeşliği için şu açıklamayı yapar:

“Eleştiride eserin nedenlerine eğilen yöntemin on dokuzuncu yüzyılda rağbet görmesi bir rastlantı sayılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki on dokuzuncu yüzyıl, bilim alanında - Rönesans ve Reform dönemlerini kast ediyor- büyük başarıların sağlandığı ve bilimsel yöntemlerin büyük hayranlık ve saygı yarattığı bir dönemdir.”

Bu bakımdan klasisizme tepki olarak doğmuştur romantizm. Romantizmin ortaya çıkmasıyla kuralların yıkılabileceğinin farkına varan insanlar,  bu dönemi eleştirerek “daha iyi “ bir akıma vesile olmuşlardır.

Romantizmi getiren en büyük sorular edebiyatın ne olduğu, neyi amaçladığı, neyi istediği sorularıdır. Bu sorular da sadece bir akımı yırtıp açmadı, yeni bir akım doğurdu ve eleştiriyi doğurdu.

İşte eleştiri kuramları da bu dönemlerden sonra oluştu. Bir eleştirinin nasıl olması gerektiği, eleştirinin bir sosyal bilim olarak görülmesi ve üstüne çalışılarak kuramları bu dönemden sonra oluşturuldu. Eleştiri okulları ve ekolleri oluşturuldu.

Kısaca, eleştirinin olması için toplumun bilgi seviyesinin yeterli olması, eleştiriyi sağlayacak toplumsal ortamın özgür olması gerekir. Doğu dünyasında eleştiri Batı kadar hızlı ilerleyememiştir ama Doğu dünyasındaki bilim ortamı Batı’dan daha önce başlayıp daha önce son bulmuştur.

Osmanlı toplumunda ise eleştiri, Tanzimat edebiyatından başlayarak Servet-i Fünun’da tür haline gelerek günümüze kadar devam eder.

İlgili Makaleler