Makaleler

Anasayfa

Hakkımızda

Yardım

Yasal Konular

Fıkıh Nedir?

yazar: Hakan Kutluay

Fıkıh Müslümanın ne yapacağını bilmesi demektir. Müslüman ibadet ederken, mesela oruç tutarken ne yapıp ne yapmayacağını bilmesi, nasıl ticaret yapıp yapmayacağını bilmesi, kiminle evelenip kiminle evlenemeyeceğini bilmesi, eş olarak görevlerinin, borcunun ve haklarının neler olduğunu bilmesi vb. gibi konular hep fıkıh ilmi ile birebir alakalıdır. Fıkıh kitapları su ile başlar ve miras ile biter. Bu, insanın doğar doğmaz yıkanacağı suyun vasıflarından, öldüğünde bırakacağı mirasa kadar hemen her dini ve ameli konunun fıkhın kapsamına girdiğinin bir göstergesidir. 

Fıkıh ile meşgul olan ve branşı fıkıh olan alime de fakih denir. Fıkıh ilmi Kuran-ı Kerime ve hadislere dayanır ve evvela bunları bilmekle öğrenilir. Ancak bir insanın sadece Kuran’ı ve hadisleri bilmesi, bu insanın fakih olabilmesi için yeterli değildir. Bunu sebebi, Kurandaki hüküm bildiren ayetler ile yine hüküm bildiren hadislerin toplamının sınırlı sayıda olmasıdır. Ancak hayatta karşımıza çıkabilecek gelişmeler, yeni durumlar veya detaylar çok sayıdadır. Fakihler, Kuran ve Sünnetin yanında Kıyas (nitelikli karşılaştırma) da bilirler. Fakihin en önemli görevlerinden biri kıyas yapabilmesidir. Bu, Kuran ve Hadis’de bahsedilen durumlar için verilmiş olan hükümlerin, Kuran ve Hadis’de bahsedilmeyen durumlar için kullanılıp kullanılamayacağını, kullanılacaksa nasıl kullanılacağını belirleyebilmek anlamına gelmektedir.     

Fıkıh Arapça bir terimdir ve kelime anlamı itibariyle anlamak, idrak etmek, derin bir anlayış demektir. Kuran-ı kerimde de fıkıh bu çerçevede kullanılır. 

Ebu Hanife (ra) ise fıkhı, kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesi olarak tanımlamıştır. Ancak bu tanım çok geniştir. Zira insanın lehinde ve aleyhinde olan şeyler itikadi ve ameli bütün dini bilgilerden bahsedilmesine sebep olabilir. Bu nedenle Hanefi Fıkıh Okulunda, sonradan gelen alimler bu tanıma bir kayıt düşmüş ve tanımı daraltma yoluna gitmişlerdir. Onlar fıkhın, insanın lehinde ve aleyhinde olan şeyleri, ameli yönden bilmesi olduğunu söylemişlerdir.

Bu tanım dahi bugün fıkıh dediğimizde anladığımız şey değildir. Bugünkü anlamda fıkıh, ameli (eyleme dayalı, uygulama ile ilgili) ve şeri (dini) hükümleri, ayrıntılı delillerden (kurandan ve hadislerden) çıkarım (istidlal) yoluyla edinmek demektir.  

Fıkıh tarihi beşe ayrılabilir. Birinci dönem Allah’ın elçisi Hz. Muhammet (sav) zamanıdır. Bu dönemde fıkhın merkezinde vahiy vardır. Vahiy 3 şekilde nazil olabilir. İlk olarak bu dönemde sahabenin sorduğu bazı sorular vahiy yoluyla cevaplanmıştır. İkinci olarak bazen yaşanan olaylar üzerine ayetler nazil olmuştur. Buna sebebi nuzül denir. Son olarak da ortada bir soru veya hadise yokken doğrudan vahiy gelebilmiştir. Bunlara ek olarak, birinci dönemde Hz. Peygamber’in (sav) tayin ettiği hükümler de vardır. Bunlar da hadis kapsamındadır.

Fıkhın ikinci dönemi sahabe dönemidir. Sahabe döneminde fıkhın merkezinde içtihat vardır. Artık vahiy bir fıkıh kaynağı değildir zira Hz. Peygamber (sav) vefat etmiş, vahyin sonu gelmiştir. En fazla içtihat Hz. Ömer (ra) zamanında yapılmıştır. 

Üçüncü dönem tabiğin dönemidir. Tabiğin, sahabelere tabi olan ve Hz. Peygamber’i (sav) sağlığında onu görememiş olan nesildir. Tabiğin döneminde fıkıh iki merkezde cereyan eder. Bunlardan ilki Medine’de, Sayit bin Müseyyeb liderliğindeki Medine fıkhı, ikincisi ise Küfe’de, İbrahim en-Nahayi liderliğindeki Küfe fıkhıdır. 

Medine fıkhı uleması ileride İmam Malik (ra) de içine alacak olan koldur ve bu kolda daha çok hadis merkezli hükümler verilmiştir. Bunun sebebi sosyal hayatın çok değişmemiş olması ve hadislerin hala sorulara cevap verebilmesidir. Bu nedenle içtihata çok gerek kalmamıştır. Bu nedenle Medine fıkhını ulemalarına ehli hadis de denmektedir. 

Küfe’deki fıkıh uleması ise ileride İmam-ı Azam Ebu Hanefi’yi (ra) de içine alacak olan koldur ve ehl-i rey olarak isimlendirilir. Bu kol, Medine koluna göre daha fazla içtihat yapmış olsa da bu içtihatların da kaynağı yine Kuran ve Sünnettir. Küfe’ye gelen farklı kültürden insanların sorularını cevaplamak ve onlara İslam Dininin kurallarını anlatabilmek için Kuran ve Hadis kaynaklı içtihatlar yapılmıştır.

Fıkhın dördüncü dönemi müçtehit imamlar dönemidir. Bu dönem fıkhın altın çağıdır. Ebu Hanife, İmamı Malik, Ahmed bin Hanbel, İmam Şafii, Süfyan-ı Sevri, Süfran bin Uyeyne, İbn Şübrüme, İbn Ebi Leyla, Davudu Zahiri (r.anhum) vb. alimlerin hepsi bu dönemde yaşamışlardır. Bunlardan bir kısmının mezhebi inkıraza uğramıştır (son bulmuştur). Bunun sebebi talebelerin, hocalarının görüşlerini toplayıp bir araya getirmemesidir. Yani bu bilgiler sonraki kuşaklara gitmemiştir. Ancak dört mezhep (Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli mezhepleri) bizlere kadar ulaşmıştır. Bu imamlar mezhep kurmak amacıyla yola çıkmış alimler de değillerdir. Verdikleri kararları talebelerinin yazıya dökmesi ve icazet verilen talebelerin, hocalarının kararları ile hükmetmesi sonucunda bu mezhepler kalıcı hale gelmiştir. 

Fıkhın beşinci dönemi taklit dönemidir. Taklidin kelime anlamı, hayvanın boynunu boyunduruk takmaktır. Ancak burada kast edilen, bir alimin görüşünü, delilini bilmeden almak, doğruluğunu kabul etmek demektir. Taklidin neden yapılması gerektiği, kuranla sabit delillerde mevcuttur. Bu dönemde mukallitler vardır. Bu dönemde taklidin başlama sebepleri şöyle sıralanabilir.

Fatimi Devleti’nin kurulması ve Mısır’da El-Ezher Üniversitesi’nin açılması ile beraber iktidara gelen Şii otorite, ehli sünnet ulemasının ilim yaymasını ve ilim tatbikinde liderlik yapmasını engellemiştir. Yapılan zulümlere bir çözüm yolu olarak medreselere, evlere çekilmek ve önceki alimleri taklit etmek uygun görülmüştür. Bu yeni bir içtihadın yapılmaması gerektiği anlamına gelir. Bunun sebebi yapılacak içtihat ile ortaya çıkan yeni görüşün hak mı batıl mı olduğunun (Fatimilere mi yoksa Ehli Sünnete mi ait olduğunun) bilinemeyecek olmasıdır. 

Ebu Hanife (ra)’ın talebelerinin ve talebelerinin talebelerinin onun kadar fakih olmadıklarının farkında olmalarıdır. 

Sorunların çokluğu, yeni içtihatlar yapmak için gerekli vaktin bulunamamasına neden olmuştur.   

Taklit dönemi günümüze kadar gelmiştir. Bu dönemde mutlak müçtehitler ortaya çıkmamıştır. Mutlak müçtehit, kendi usulünü kendisi tayin eden ve bu şekilde içtihat eden alimlere verilen isimdir. Öte yandan Ebu Yusuf ile İmam Muhammed gibi müntesip (intisap etmiş, bir yere veya bir kişiye bağlanmış olan) müçtehitler (diğer bir ifade ile “mezhepte müçtehitler”), hocalarının usullerine göre içtihat etmişlerdir. Üçüncü tabakada ise meselede müçteditler bulunur. Bu alimler sadece belli konularda içtihat ederler. Meselede müçtehitler, sanayi devriminden sonra ortaya çıkan borsa, sigorta vb. yeni konularda içtihat etmiş ve fıkhi görüşlerini bildirmişlerdir. Yani bugün taklit devam etmektedir ancak meselede müçtehitler de mevcuttur.  

Hanefi mezhebinin 6 temel kitabı vardır. Bunlar:

  • el-Camiu's-Sağir.
  • el-Camiu’l-Kebir
  • es-Siyerül-Sagir
  • es-Siyeriük-Kebir
  • Ziyadat
  • El-Asl

Bu altı kitap Hâkim Eş-Şehid El-Mervezi tarafından el-Kâfi isimli kitapta bir araya getirilmiştir. Sonrasında el-Kâfi kitabı, İmamı Serahsi tarafından Mebsud isimli bir eserde 30 cilt olarak şerh edilmiştir.

Bu 6 kitaptan sonra metin kitapları yazılmıştır (Şerhler, haşiyeler vb.) Hanefi mezhebinin 4 esas metni vardır. Bunlara El Mutunul Mubareke (mübarek metinler) adı verilmiştir. Bu metinler:

  • İmam Nesefi’nin yazdığı Kenzü Dakaik
  • İbn Saa’ati’nin yazdığı Mecmaul Bahreyn 
  • Ahmet Kuduri’nin yazdığı El-Kitab
  • İmam Mevsili’nin yazdığı Muhtar

İlgili Makaleler