16.yy döneminde Azeri sahasında Divan edebiyatının en önemli ve yegane temsilcisi olan Fuzuli’nin hayatı hakkında maalesef elde pek fazla bilgi yoktur. Bu bakımdan da onun hakkındaki malumatı kendi eserlerinden, kendisi hakkında verdiği bilgi kırıntılarından ve tezkirelerden alıyoruz. Bu bilgiler ise tam bir biyografi oluşturacak kadar güçlü değiller. Bu bakımdan biz de tezkirelerin ve şairin bize verdiği ipuçlarının ışığında Fuzuli’nin hayatını size aktarmaya çalışacağız.
Asıl Adı Mehmet…
Fuzuli Matlaü’l İtikad adlı eserinde kendi adının Mehmet olduğunu söylüyor ama ailesinin kim olduğundan bahsetmiyor. Tezkireler ise onun Kerbelalı ya da Hileli olduğundan bahseder. Bu konu muallak olmakla birlikte Fuat Köprülü’ye onun Hilleli olması daha çok akla yatkın. Latîfî, Ahdî, Sâm Mirza, Âlî Mustafa ve Âşık Çelebi onun şiirlerini dikkatle incelemişler Bağdat şehri için diyar-ı gurbet tamlamasını kullandığı için onun Bağdatlı olabileceğini düşünmüşlerdir.
Fuzuli’nin doğum yeri bilinmediği gibi doğum tarihi de bilinmemektedir. Doğum tarihinin 1480 olduğu sadece tahmin edilmektedir.
Fuzuli’nin köken bakımından Oğuzların Bayat soyundandır. Ayrıca kendi soyu o zamanlar, Akkoyunlular devrinde Irak-ı Arap denilen bölgede yaşamaktaydıl. Fuzuli’nin Hadîkatü’s-süadâ adlı eserinin bir yazmasında kendini “Tatar asıllı” kaydeder. O dönemde “Tatar” olarak belirtilenlerin Türk olduğu bilinmektedir. Bu bakımdan Fuzuli Türk bir şairdir. Ayrıca onun Bayat boyundan olduğu Sadıki’nin, Mecmaü’l – Havas adlı tezkiresinde de kaydedilmiştir.
Fuzuli Çok İyi Bir Eğitim Görmüştür Çünkü…
Fuzuli’nin çok iyi bir eğitim gördüğü eserlerinde kullandığı dilden anlaşılmaktadır. Kendisini hem Farsça Divanı olması hem de Arapça şiirleri olması onun bu iki dili de edebiyat yapacak kadar iyi bildiğinin kanıtıdır. Üstelik bu şiirleri de döneminde padişahlara sunulup beğeni almış üst düzey şairlik yeteneği isteyen şiirlerdir. Bu bakımdan da bu iki dili iyi bilmekten ziyade edebiyat derecesinde kullanabildiği söylenir. Yani kendisi gençliğinde iyi bir tahsil görmüştür.
Fuzuli mahlası da anlamı derin bir mahlastır. Fuzuli, Farsça divanın ön sözünde kendisinin istediği mahlası başka bir şairin almış olmasından yakınır. O da pek kimsenin beğeneceğini düşünmediği bu mahlası seçer. Bu mahlasın anlamı halk arasında “boş, gereksiz, fodul” anlamına gelirken aynı zamanda “erdemlilik, fazilet” anlamına gelen “fazl” sözcüğünün de çoğuludur. Fuzuli, bu iki anlamı düşünerek kendisine bu mahlası seçmiştir.
Hayatı boyunca birden çok devlet ile muhatap oldu…
Fuzuli hayatı boyunca tek bir yerde bağlı kalmak istememesine, birçok yer gezmek istemesine rağmen maddi yetersizlik yüzünden gidememiştir. Gezmek istediği yerler arasında Tebriz, Hindistan ve Anadolu da vardır ama o Kerbelâ, Hille, Necef ve Bağdat dışına çıkamamıştır; lakin Bağdat onun zamanında iki kez el değiştirmiştir ve o iki güçlü devlet ile de muhatap olmuştur: Safeviler ile Osmanlılar
Mesela Farsça kasidelerini Diyarbakır’da bulunan Elvend Bey’e hitap etmiştir. Ünlü Beng ü Bade mesnevisini ise Safevi hükümdarına adamıştır. Bu da onun Şah İsmail ile bir süre ilişkisinin olduğunu göstermektedir. Yalnız Fuzuli’nin Şah İsmail’den herhangi bir yardım gördüğüne dair bir bilgi bulunmamaktadır. Şah İsmail’in Fuzuli’ye herhangi bir maddi destek sağlamadığını görüyoruz; eğer bir yardım olsaydı muhtemelen Fuzuli bunu eserlerinin birisinde dile getirirdi. Ya Fuzuli’nin mesnevisi beğenilmedi ya da o padişahın övgüsüne layık görülemedi. Yalnız Fuzuli, Safevi Devleti’nin Bağdat valilerinden özelikle de Musullu İbrahim Han’dan maddi destek görmüş, bir süre onun himayesine girmiştir. Bağdat ilinde kaldığı süre içinde Musullu İbrahim Han’ın yerine gelen valilere de kaside yazdığı tahmin edilse de bu kasideler elde bulunmadığı için bu durum sadece tez olarak kalmaktadır.
Fuzuli, Şah İsmail’in ebedi düşmanı Kanuni Sultan Süleyman’a da 1534 yılında bir kaside yazmıştır. Bağdat 1534 yılında savaşmadan Kanuni’nin eline geçtiğinde Fuzuli’nin ona kaside sunması onun hala Bağdat’ta olduğuna işarettir; eğer Bağdat’ta kalmışsa geçinmek için tüm Safevi ve Osmanlı Devlet valilerine birer kaside yazdığı tahmin edilmektedir. Yalnız onun, Osmanlı devlet büyüklerine kasideler yazdığı kesin olan bir durumdur. Maalesef ki o, şiirlerine karşılık herhangi bir maddi destek görmemiştir.
Hayatı Boyunca Maddi Zorluk Çeken Fuzuli…
Fuzuli maalesef alışık olduğumuz Divan şairlerinden değildir. Genel bir bakış açısı ile divan şairlerinin hemen hemen hepsinin hayatı bolluk içinde geçer ama Fuzuli tam tersidir. Bunu da kendi şiirlerinde özelikle şikayatname olarak bilinen mektup türündeki eserinde dile getirir.
Hayatı boyunca Bağdat çevresinden çıkamamıştır çünkü maddi imkanları buna elvermemiştir. Lakin Farsça divanında Hindistan’a gitmek istediğini açıkça belirtir. Ayrıca yine Şehazde Beyazıd ile mektuplaşmalarında Anadolu’ya gitme isteğini de açıklar.
Anadolu’da Tanınıyordu Çünkü..
Fuzuli, Anadolu’ya hiç gitmemesine rağmen Anadolu’da da tanınmıştır. Bunun nedeni Kanuni Sultan Süleyman’a verdiği şiirlerin onun yanında olan şairlere de ilham kaynağı olmasıdır. Taşlıcalı Yahya ve Hayali Bey gibi zamanının önemli şairlerinin Fuzuli’nin şiirlerine nazireler yazması onun Anadolu’da da tanınmasına neden olmuştur. Ayrıca bu iki şair, Fuzuli’nin etkisinde kalmış, ona sadece nazireler yazmakla kalmamışlar onun gibi de yazmaya çalışmışlardır. Bu durumda da bir Fuzuli tarzı Anadolu’yu etkisine altına almayı başarmış.
Fuzuli, Kanuni Sultan Süleyman öldükten sonra da Rüstem Paşa, Ayaz Paşa gibi devlet büyüklerine de şiirler yazmıştır.
Bağdat Geleneklerine Bağlı Kalarak…
Fuzuli, nerede doğduğu bilinmese de Irak ve çevresinde yaşadığı bilinmektedir. Bu bakımdan da oranın geleneklerine sıkı sıkıya bağlıdır. Onda, Peygamber ve dört halifesine karşı muazzam bir sevgi vardır. Tüm kasidelerinde onları büyük bir tutku ve saygı ile över. Özellikle Hadikatü’l Süeda’da Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişini çok lirik bir anlatımla aktarmıştır. Kerbela için yazdığı mersiyede de Kerbala şehitlerini anlatmıştır. Bu iki şiir de gerçekten güçlü bir duygu yoğunluğu ile yazılan özel şiirlerdir. Tüm bunlara bakarak Fuzuli’nin Şii olduğunu düşünenler olabilir ama aynı Fuzuli, Bağdat, Sünni bir devlet olan Osmanlı idaresine geçince aynı duygu yoğunluğu ile onlara da kasideler sunmuştur. Hal böyle olunca onun bir dinî ahlak bütününde olduğu ve olması gerektiği gibi her peygamber ve her din büyüğüne aynı sevgi ile yaklaştığını görüyoruz. Bu merhaleye ulaşmak, ancak onun gibi duyguları ile şiir yazan bir şaire yaraşırdı…
Fuzuli’nin Ölüm Tarihini…
Fuzuli’nin ölüm tarihini Ahdi’den öğreniyoruz. Fuzuli’nin hemşehrisi olan Ahdi, onun ölüm tarihini 1556 olarak verir. Ahdi kendi tezkiresinde onun 70 yaşı civarında öldüğünden, Fazl adlı bir oğlu olduğundan bahseder. Fazl’ın da aynı babası gibi Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazabildiğini özellikle muamma ve tarih söylemede yetenekli olduğunu yine Ahdi’nin tezkiresinden öğreniyoruz. Yalnız Ahdî dahi şair Fazl’da bu kadar bahseder ve başka kaynaklarda da Fazl adına rastlayamıyoruz. Bu bakımdan Fazl, babası kadar önemli ve adından söz ettiren bir şair olmamıştır.
Fuzuli’nin Edebi Hayatı
Bu konudaki bilgiler, onun eserlerinden, eserlerinin takip edilmesinden ve de onun takipçisi olan şairlerinin durumundan elde ediliyor. Fuzuli hayatı boyunca pek fazla eser bırakmış, onu Hayali, Taşlıcalı Yahya gibi büyük şairler takip etmiş; hatta ona nazireler yazmışlardır. Bu bakımdan onun edebi hayatına ilişkin bilgiler daha geniş ve emindir.
Divan Edebiyatının En Lirik Şairlerinden Birisi..
Fuzuli, yaşadığı dönem olan 16.yy içinde değil genel olarak Divan edebiyatının en lirik şairlerinden. Şiirlerini okuyan da duygusal bir iz bırakır. Ne hakkında yazıyorsa mutlaka sonu aşka bağlanır. O edebiyata ve şiire aşkla bağlı, aşkı şiirde en güzel şekilden anlatan bir şairdir. Derin bir hoşgörüsünün olduğunu ve şiirlerinde birden fazla kültürün rol oynadığını da görmekteyiz. Bunun nedeni onun Bağdat gibi bir yerde yaşamasıdır. O zamanlar Bağdat , zamanının kültür merkezlerindendi ve birden çok kültüre de kucak açıyordu. Fuzuli ömrü boyunca böyle bir ortamda kalarak inanılmaz bir hoşgörü ve mütevazılık kazanmış; bunu da şiirlerine yansıtmıştır.
Şiirlerinin Arapça, Farsça ve Türkçe olarak üç dille mükemmele yakın yazılmasının nedeni de Bağdat ve çevresinde yetişmiş olmasıdır. Bağdat gibi bir kültür merkezinde tek bir dil konuşulmadığı için Fuzuli, öğrenebildiği tüm dilleri öğrenerek şiir diline taşımayı başarmıştır. Ayrıca o, Bağdat’ta bulunduğu süre içinde tüm bilim ve ilimleri öğrenmiştir. Bu bakımdan sadece şair değil aynı zamanda bir aydındır. Bu ilimlerdeki bilgileri de şiirine yansıtmıştır. Özellikle mesnevilerinden onun müthiş bir bilgi birikimine sahip olduğunu görüyoruz.
Fuzuli’nin En Önemli Teması Aşktır…
Fuzuli’nin şiirlerinde işlediği en önemli tema aşktır. Bu aşk kah ilahidir kah fani aşktır. Bazen fani aşkın şevk ve heyecanı sizi sararken bazen de ilahi aşkın olgunluğu ve coşkunluğu görülür eserlerinde. Özellikle Leyla ve Mecnun adlı mesnevisinde bu durum tüm gerçekliğe görülür. Fani aşkın heyecanı aşama aşama ilahi aşkın olgunluğuna kendisini bırakırken mesnevi son bulur ve bu aşamalar da bize Leyla ü Mecnun’un hiçbir şairde yakalamadığımız tadını verir.
Fuzuli, aşkı kutsal bir duygu olarak işler ve onu her şeyden de üstün tutar. Onun eserlerinde işlediği aşkın sahibi olan sevgili ise hayalidir, somut değildir. Bu bakımdan da divan şiirinin tarifine uygun olan bir sevgiliden söz edilir. Bunun yanı sıra sadece mesnevilerinde değil divanında bulunan gazellerinde de aynı aşk söz konusudur.
Fuzuli’nin aşkı ile ilgili bir önemli detay da bu aşkın verdiği acıda şairin mutluluk duymasıdır. Ona göre aşk, firak eylese de aşktır ve sevgilinin verdiği aşk acısı en az onun verdiği sevgi kadar güçlüdür. Bu bakımdan o, aşk acısı için derman aramak yerine bu acıyı fazlalaştırmanın yolunu arar: “Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib / Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır” onun aşktan en anladığının en önemli göstergesidir.
Fuzuli’de var olan aşk, doğal sonuçları olan bir aşktır. Halkın, aşık olan sadece aşık olduğu için ayıplaması da bu aşkın doğal sonucudur Fuzuli’ye ve katlanılması gerekilen bir durumdur. Ayrıca sevgilinin ağyara yani rakibe bakması ona naz etmesi de aşkın doğal sonucudur ve aşık bu kıskançlık krizlerine olabildiğince katlanmalıdır. Eğer bunları kabul etmiyorsa aşık, aşk yolunu gitmeye niyetli değil demektir.
Rindlik de Aşıklığın Bir Sonucudur…
Fuzuli, rindliği de şiirinin önemli bir konusu haline getirir. Dünya malına değer vermemek, paraya bel bağlamamak, sahte sofulara ve zahidlere tepki vermek rind olmanın bir gereğidir. Ayrıca özelikler gazellerinde meyhane – şarap – saki üçlüsü önemli bir yer tutar.
Fuzuli’ye göre rind olmak da aşık olmanın verdiği bir durumdur. Aşık olan aşk acısı çeker, dünyada onun için önemli olan tek şey sevgili ve ona verdiği aşk olduğu için dünya malına da değer vermez, aşk acısı çektiği için meyhanededir şarap içer ama o şarapta dahi sevgilinin dudaklarını görür. Bu bakımdan Fuzuli’nin rindane tarzı yazılan şiirlerinde bile müthiş bir duygu gücü vardır. ( Oysa rindane tarzla yazılan şiirlerde net bir boşvermişlik vardır.)
Aldanma ki Şair Sözü Elbette Yalandır der Fuzuli..
Genelde yanlış anlaşılan bir durum vardır; o da şairin yaşadıklarını şiirine yansıttığıdır. Yalnız böyle bir şey yoktur; özellikle divan şiiri için hiçbir zaman böyle bir durum söz konusu değildir. Bir şeyhülislam olan Yahya da rindane şiirler yazabilir. Aynı durum Fuzuli için de geçerlidir. Fuzuli, tasavvuf anlayışını şiirlerinde işler ve gerçekten de hissederek işler. Ama buna rağmen ona mutasavvıf bir şair diyemeyiz çünkü tasavvufu amaçlamaz; araç olarak kullanır. Yukarıda bahsettiğimiz aşkın tüm bedeni hazlarından kurtularak mecazi aşka dönüşmesini ancak tasavvufun mecazlarından yararlanarak anlatır. Hal böyle olunca o tasavvufu aşka ulaşmak için kullanır.
Fuzuli’nin bazı beyitlerinde ilahi aşk ve fani aşkın karıştığı görülür ama maalesef bu durum şiirin tamamında bulunmaz.
Fuzuli Anadolu sahasında Necati ile Azeri şairlerinden Habibi’nin etkisi altındadır. Bunun yanı sıra Çağatay sahasından Ali Şir Nevayi’den Fars şairlerinden ise Hafız, Selman, Cami ve Nizami’den etkilenmiştir.
Fuzuli, divan şiirinin geleneksel temalarını da şiirlerinde işlemiştir. Örneğin felekten yakınma, dünya nimetlerinden bıkma, yalnızlık, kimsesizlik gibi.
Şiirlerinde Hüner Göstermeye Meraklıdır…
Fuzuli, şiirlerinde divan edebiyatının verdiği tüm hünerleri göstermeye meraklıdır. Kendi yeteneğinin yanı sıra aldığı eğitimler, bilgisi de onun hüner göstermedeki gücünü arttırmıştır.
Türkçe Divanı’nın başındaki bulunan üç kasidesi onun hünerini gösterdiği en güzel örnekleridir: “gül”, “su”ve “hançer”. Ayrıca yine onun divanının başında bulunan tevhidi de tüm hünerlerini gösterdiği şiirlerindendir. Yine de Fuzuli, gazel şairi olarak bilinir, mesnevi şairi olarak bilinmez.
Fuzuli, divan edebiyatının hünerlerini şiiri ağırlaştırmadan kullanır. Bu bakımdan da şiirleri ilk bakış okunması kolay ama derine indikçe yeni anlamlara gebedir. Sebk-i Hindi akımına ait şiirler gibi tamlamalara, duyulmamış sözcüklere yer vermese bile güzel ve duru bir Türkçe ile sade söyleyişler yapmıştır.
Fuzuli, gazel ve kasidelerin yanı sıra özellikle Leyla ü Mecnun mesnevisi ile güçlü bir mesnevi yazarı olduğunu da ispatlamıştır.
Fuzuli Türkçeyi Etkili Bir Şekilde Kullanır..
Fuzuli, Türkçeyi çok iyi bir şekilde kullanır. Özellikle de aruz veznini Türkçeye uydurmaktaki başarısı kayda değerdir. Bir aruz hatası olarak bilinen imaleler, onun şiirlerinde yok denecek kadar azdır. Türkçeyi etkili kullandığı içinde anlatım gücü oldukça yüksektir.
Fuzuli sözcükleri israf etmez, az sözle çok şey anlatmayı gayet iyi bilir. Bu bakımdan da onun beyitleri güçlüdür.
Fuzuli yazdığı dile sahip çıkmasını da bilir. Türkçe şiirlerinde Arapça ve Farsça tamlamalar azdır; alışılmış tamlamalardır ama bu tamlamalara da derin anlamlar yüklemeyi becerebilmiştir. Bu bakımdan o sehl-i mümteni örneği sergiler her beyitinde. Yani onun beyitleri söylenmesi kolay gibi görünse de aslında onun söylenmesi oldukça zordur. Bu bakımdan herkesin söyleyemeyeceği dizelerin sahibidir.
İşin garip ama bir o kadar da güzel yanı Fuzuli’nin ününün kendi sınırlarını da aşmış olmasıdır. Divan edebiyatına ait 16.yy sonrası şairlerinin hemen hemen hepsinin divanında mutlaka bir Fuzuli naziresi vardır. Ayrıca Fuzuli, halka inmeyi başarabilmiş ender divan şairlerindendir. Halkın en çok tanıdığı ve sevdiği divan şairidir. Divan şairlerinden başka tekke şairleri de Fuzuli’den etkilenmiştir. Nesimi, Hatayi, Kul Himmet ise onu Bektaşi büyüklerinden saymıştır. Bunun yanı sıra Aşık Ömer, Gevheri gibi kalem şuaraları ( mürekkep yalamış halk şairleri ) Fuzuli’ye öykünen şiirler yazmıştır.
Fuzuli’nin Eserleri
Fuzuli hayatı boyunca birçok divan şairinden daha fazla eser vermiştir. Bu değerli eserleri kısaca tanıyacağız.
Türkçe Divan: Fuzuli’nin en tanınmış eseridir. Elimizde birden fazla nüshasının olması, bu nüshaların çeşitli ülkelerde olması Fuzuli’nin ününün ne kadar yaygın olduğunu gösterir. Ayrıca onun Türk ülkelerinde de bilindiği görülmektedir.
Fuzuli hem Türkçe hem de Farsça divanını çok iyi bir şekilde tertip etmiştir. Divanın başlangıcında mensur olarak bir önsöz yer alır ve bu önsözde zamanında şairlere nasıl bakıldığından bahseder. Oldukça ilginç ve bilgilendirici bir önsözdür.
Türkçe divanın taş harflerle baskısı her şaire nasip olmayacak şekilde dört şehirde yapılmıştır: İstanbul, Taşkent, Bulak ( Mısır )ve Tebriz.
Türkçe divanında 400'ü aşkın şiir vardır; bunun 40 tanesi kasidedir. Geriye kalan ise gazel ve diğer şekillerdir.
Farsça Divan: Türkçe divanından daha fazla şiir vardır Farsça divanında. Türkçe divanında olduğu gibi bu divanında nazım – mensur karışık bir önsöz bulunur. Bu önsözünde de insanlara hitap gücü veren Allah’a şükranlarını belirtir.
Fuzuli, Farsça divanında kasideler bölümü vardır. Bu bölüm meşhur İran şairlerinden Molla Cami, Hüsrev ve Hakani’ye yazılan nazirelerin yer aldığı kapsamlı bir kaside olan Enisü’l Kalp kasidesine ev sahipliği yapar. Bu kaside, Bağdat seferinden önce Kanuni Sultan Süleyman’a İstanbul’a bizzat şair tarafından göndermiştir. Yine Farsça divanın kaside bölümünde Hz. Ali ve çocukları övülür; bunun dışında aynı kısımda din büyükleri de övülür.
Farsça divanındaki gazeller, tarz olarak Türkçe divanındaki gazelleri ile aynıdır. Bunun dışında farklı nazım şekilleri ile oluşturulmuş şiirleri de bu divanda yer alır.
Arapça Şiirleri: Kaynaklardan onun Arapça divana sahip olduğunu öğrensek de maalesef bu divan elimizde bulunmaktadır. Fuzuli’nin elde Arapça yazılmış 11 şiiri vardır ki bunların 7 tanesi Hz. Muhammed’e 3 tanesi yazılmış kasidelerdir.
Leyla vü Mecnun Mesnevisi: Fuzuli’nin bugün elde 3 adet mesnevisi vardır: Leyla vü Mecnun; Beng ü Bade; Sakiname. Birçok tezkire onun hamsesi olduğunu dile getirse de bizim elimizde yalnızca üç adet mesnevisi vardır.
Tüm araştırmacıların ve eski dönemde tüm tezkirecilerin hem fikir olduğu bir konudur Fuzuli’nin Leyla vü Mecnun mesnevisinin Türk edebiyatının en güzel örneklerinden birisi olduğu. Tam 3096 beyittir. Leyla vü Mecnun mesnevisi 1535 yılında tamamlanarak Bağdat Valisi Üveys’e sunulmuştur.
Leyla vü Mecnun hikayesi klasik bir Arap hikayesidir. Tarih boyunca pek çok şair bu konuyu işlemiştir; önemli olan işleyiş güzelliğidir. Bazen şairler, olaylarda ufak tefek değişiklik yapsa da asıl olan ana fikir korunmuştur. Bir halk hikayesi olan Leyla vü Mecnun, Fuzuli’nin yaşadığı bölge olan Hille’de çok yaygındır. Muhtemelen Fuzuli, bunun varyantlarına kulak aşinalığı sağlamıştır ama onun Leyla vü Mecnun mesnevisinde Nizami etkisi vardır. Zaten Leyla vü Mecnun hikayesini mesnevi haline getiren ilk şair Nizami’dir ve bunu 12. yy’da yapmıştır.
Fuzuli’nin Leyla vü Mecnun mesnevisinin bu kadar sevilmesinin nedeni onun mesnevisinin arasına sıkıştırdığı gazelleridir. Ayrıca o sonda değişiklik yaparak Mecnun’un aşkını ilahi aşka çevirmiştir.
Beng ü Bade Mesnevisi: Fuzuli’nin Şah İsmail’e sunduğu alegorik bir mesnevidir. Bu mesnevide beng yani esas ile bade yani şarap arasındaki münazara anlatılır. Münazaranın galibi ise az farkla badedir.
Prof. Dr. Tahir Olgun bu eserin Şah İsmail’e Kanuni ile çekişme ortamında sunulduğuna dikkat çekerek bu iki sembolün şarap ve esrarı değil de iki hükümdarı temsil etme ihtimaline dikkat çeker. Buna göre bade Şah İsmail, beng Kanuni Sultan Süleyman’dır ve Fuzuli eserini Şah İsmail’e sunacağı için galip bade olur.
Sakiname Mesnevisi: Farsça yazılmış kısa bir mesnevidir. Mistik bir eserdir çünkü içkiden, badeden bahsedilirken aslında bunlara tasavvufi imgeler verilir ve insanın “olgun insan” aşamasına gelmesindeki zorluklar anlatılır.
Hadis-i Erba Tercümesi: Molla Cami’den yapılan kırk hadis tercümesidir. Pek çok divan şairi çevirmiştir kendi diline.
Hadikatü’s – Süeda: Kerbela olayını anlatan ve genelde Türk ülkelerinde Şii Müslümanlar tarafından sevilerek okunan Fuzuli’nin ünlü eserlerindendir. Gariptir ki eserin aslı İranlı Hüseyin Vaizi’ye aittir ama Fuzuli’nin anlatım gücü, araya serpiştirdiği manzum parçalar ve Müslüman ülkelerdeki okuma durumuna bakarsak aslından daha başarılıdır Fuzuli’nin eseri. Üstelik bu görüş şimdinin değil; geçmiş zamandaki tezkirecilerin hem fikir oldukları ender görüşlerden bir tanesidir.
Türkçe Mektuplar: Fuzuli’nin her biri bir eser niteliğinde sayılacak 5 mektubu vardır. Bu mektuplar gönderildikleri kişilerin adları ile anılır. Meşhur şikayetname de bu mektuplar arasındadır ve Türk edebiyatının mektup türünün en güzel örneklerini oluşturur.
Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi Mektubu : Diğer adı ile Şikayatname olarak da anılır. Celalzade Mustafa Çelebi, Kanuni’nin nişancısıdır. Mektup, Fuzuli tarafından Celalzade Mustafa Çelebi’ye kendisine bağlanan aylık 9 akçeyi alamaması üzerine sitem dolu bir şekilde kaleme alınmıştır.
Musul Başbayraktarı Ahmed Bey Mektubu : Manzum ve mensur karışık olan bu eserde Ahmet Bey ile Fuzuli arasındaki dostluğu görüyoruz.
Ayas Paşa Mektubu : Fuzuli’nin Ayas Paşa’nın doğan oğlunu hayırlamak amacıyla Arapça – Farsça karışık dilli yazdığı mektuptur. Ayas Paşa, bu mektubu aldığı sırada Bağdat valisi idi.
Kadi Alaaddin Mektubu : Fuzuli’nin 3 dildeki maharetini gösteren manzum – mensur karışık dilli bir eserdir.
Şehzade Beyazıd Mektubu : Şair ruhlu Şehzade Beyazıd – ki kendisi Şahi mahlası ile şiir yazmaktaydı – Fuzuli ile mektuplaşmaktaydı. Bu mektup, Beyazıd’ın Fuzuli’ye yazdığı mektubun cevabıdır. Fuzuli bu mektubunda Anadolu’ya gitme isteğini, Bağdat’ın şairleri önemsemediğini bildirmektedir Şehzade’ye.
Rind ü Zahid: Farsça mensur bir eserdir. Bu eserde bir baba ( zahid tipi ) ve oğul ( rind tipi ) arasındaki tartışmayı konu alır. Bu tartışmanın konusu da iki karakterin de temsil ettiği tiplerdir. Fuzuli bu eserinde akıl yönüyle zahidi, duygu yönüyle rindi savunur ama sonunda da onların tüm eksiklerini de bildirir.
Sıhhat ü Maraz: Farsça mensur bir eserdir. Tıp konulu bir eserdir. İnsanın anatomik yapısını o zamanın ilim ağzıyla anlatır Fuzuli. Eserde ruh – beden ikilisi tasavvufi bakış açısı ile anlatılır. Bu eserin önemli yanı, Fuzuli’nin kendi zamanında ilimlerle yakından ilgili olduğunun; onun yalnızca bir şair değil aynı zamanda bir bilgin olduğunun göstergesi olmasıdır.
Muamma Risalesi: Muamma bilmece anlamına gelir. Bu eser de Farsçadır; hacmi küçüktür ve Fuzuli’ye ait özgün bilmecelerin toplamıdır.(Ayrıntılı bilgi içim makaleler.com adresindeki “Muamma Nedir” adlı yazıya bakabilirsiniz.)
Matlau’l İtikad: Fuzuli’nin Arapça mensur eseridir.
NOT: Fuzuli, bu kadar ünlü olmasına rağmen maalesef yokluk ve sefalet içinde bir ömür sürmüştür; değeri o ölünce anlaşılmıştır.