Garip akımı Sembolizm ya da Sürrealizm gibi bir akım değil harekettir aslında ama literatüre akım olarak geçmiştir. Akım ile hareketin farkı ise şudur: Hareket, sadece ülkenin belli bir alanında yaygınlık gösterir ve zaman olarak akımdan daha dar bir alana sahiptir. Akım ise dünya üzerinde yaygınlık kazanır ve uzun bir zamana yayılır.
Yukarıdaki tanımlarla `Garip` bir harekettir ama Türk edebiyatındaki en etkili harekettir.
Garip planlı bir harekettir ve bir poetikası vardır.
Varlık dergisinde boy göstermeye başlayan üç genç şairin kurucu olduğu bu akım edebiyat dünyasında uzun zamandır tartışılmıştır.
Bu kurucular şu şekilde sıralanabilir:
- Orhan Veli (Kanık)
- Melih Cevdet (Anday)
- Oktay Rıfat
Türkoloji dünyasında genelde bu üç şair Orhan Veli ve arkadaşları olarak geçer ki bizde bu terimi kullanmayı uygun buluyoruz. Bu adlandırmanın nedeni ise harekete bir dönemden sonra sadece Orhan Veli’nin sahip çıkmasıdır.
Aslında Orhan Veli bu konuda da biraz kırgındır arkadaşlarına ve bunu şiirlerine de yansıtmıştır ama bu başka bir yazının konusu olacaktır..
Garip akımı denilince akla ilk Orhan Veli gelir çünkü gerçekten de bu akımın kurucusundan ziyade sahipleneni de odur. Peki, nedir Garip ve adı neden gariptir?
Garip akımı unsurları Garip önsözünde açıkça belirtilmiştir zaten. Bu önsözü bir gözden geçirelim.
Garip önsözünü Orhan Veli kaleme almıştır ve açıkça Garip şiirinin ne olduğunu anlatmıştır ki Garip adı da buradan gelmektedir. Bu önsözü direk vermek yerine maddeleştirmeyi tercih ettik. Önce önsözden alınan parçalar ve daha sonra açıklaması verilecektir.
“Bir şiirde eğer takdir edilmesi lâzım gelen bir ahenk varsa, onu temin eden şey, ne vezindir, ne de kafiye. O ahenk vezinle kafiyenin dışında da, vezinle kafiyeye rağmen de mevcuttur. Fakat onu şiirde şuurlu hâle getirip anlayışları en kıt insanlara bile bir ahengin mevcut oluğunu haber veren şey vezinle kafiyedir. Bu suretle farkına varılan, yani vezinle, kafiye ile temin edilen bir ahenkten zevk duyabilmek yahut da lâkırdıyı bu basit ölçüler içinde söylemeyi maharet sayabilmek; saf dilliklerin herhalde en muhteşemi olmalıdır. Bunun haricinde bir ahenge inanmaksa, onun şiir için ne kadar lüzumsuz, hatta ne kadar zararlı olduğunu biraz sonra anlatacağım.”
1. Orhan Veli, önsözüne vezin ve kafiyeye saldırarak başlar. Bu paragrafın ilk cümleleri kafiyenin ne işe yaradığından bahseder ve artık bu işlevini kaybettiğini söyler. Yukarıda görülen kısımda ise vezin ve kafiyenin ahenk unsuru olarak görülmemesini gerektiğini savunur. Kısaca Orhan Veli ve arkadaşlarının reddettiği ilk şey vezin ve kafiyedir.
“Lâfız ve mana sanatları çok kere zekânın tabiat üzerindeki değiştirici, tahrip edici hassalarından istifade eder. Bilgisini, terbiyesini geçmiş asırlara borçlu olan insan için bundan daha tabiî bir şey yoktur. Teşbih, eşyayı, olduğundan başka türlü görmek zorudur. Bunu yapan insan acaip karşılanmaz, kendine hiç bir gayri tabiilik isnat edilmez. Hâlbuki teşbihle istiareden kaçan, gördüğünü herkesin kullandığı kelimelerle anlatan adamı bugünün münevveri garip telâkki etmektedir. Hatası, muhtelif sapıtmalarla gelişmiş bir şiir anlayışını kendine çıkış noktası yapmasıdır. Yazının peyda olduğu günden beri yüz binlerce şair gelmiş, her biri binlerce teşbih yapmış. Hayran oluğumuz insanlar bunlara bir kaç tane daha ilâve etmekle acaba edebiyata ne kazandıracaklar? Teşbih, istiare, mübalâğa ve bunların bir araya gelmesinden meydana çıkacak bir hayal zenginliği, ümit ederim ki, tarihin aç gözünü artık doyurmuştur.”
2. Diğer paragrafta ise çok enteresan bir çıkış vardır: Söz sanatları. Aslında Garip önsözünün en can alıcı noktası burasıdır ama o zamanlar neredeyse tüm edebiyat çevresi ilk paragraftaki vezin ve kafiye üzerinden tartışmaya devam ettiği için burası atlanmıştır. Oysaki vezinsiz ve kafiyesiz şiir Tevfik Fikret tarafından Servet-i Fünun döneminde yazılmıştı yani zaten serbest şiir denemesi yapılmıştır ama söz sanatlarının atılması hiç düşünülmemişti; bu bakımdan asıl radikal çıkış bu paragraftır.
Bir nevi haklıdır Orhan Veli. Teşbih sanatı edebiyatta o kadar çok kullanılmıştır ki artık edebiyattan taşıp halka inmiştir ki hepimiz zaman zaman teşbih yapıyoruz günlük hayatlarımızda. Ayrıca güzel ve kötü duygularımızı somutlaştırmak amacıyla yaptığımız teşbih sanatı kadar mübalağa sanatını da kullanıyoruz.
Bu kullanımların dışında edebi sanatların bir işlevi vardır: Söz sanatları imge yaratır yani olayı daha da karmaşık hale getirirler. Orhan Veli ve arkadaşları buna karşıdır. Ama şunu da anlamak gerekiyor: 1930’lu yıllarda şiirin tek amacı sanatlı söyleyişler yaratmaktı ve sanatsız bir söyleyiş şiirinin özünün bırakılmasına denk getiriliyordu. İşte Orhan Veli tam da bu noktaya hücum ediyor. Sorduğu soru ise basit: Şiirinin olmazsa olmazı var mıdır?
Orhan Veli’ye göre yoktur. Ne vezin ne kafiye ne de söz sanatları şiirin olmazsa olmazı değildir ve evet, söz sanatları olmadan da şiir yazılabilir. Burada dikkat çeken şey ise Orhan Veli’nin “kesinlikle”leri şiirden çıkarmayı amaçlamasıdır bir nevi şiiri özgür bırakmaktadır.
Diğer paragraf ise 20.asırda şiirin seslendiği kitleyi ele alacaktır.
“Güç kabul edilecek değişiklik, zevke ait olanıdır. Böyle değişmelerin pek seyrek vukua geldiğini; üstelik bu suretle meydana çıkan edebiyatlarda da her şeye rağmen değişmeyen, yine devam eden, hepsinde müşterek olan bir taraf bulunduğunu görüyoruz. Bugüne kadar burjuvazinin malı olmaktan, yüksek sanayi devrinin başlamasından evvel de dinin ve feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka hiç bir işe yaramamış olan şiirde, bu değişmeyen taraf; müreffeh sınıfların zevkine hitap etmiş olmak şeklinde tecelli ediyor. Müreffeh sınıfları yaşamak için çalışmaya ihtiyacı olmayan insanlar teşkil ederler. O insanlar geçmiş devirlerin hâkimidirler. O sınıfı temsil etmiş olan şiir lâyık olduğundan daha büyük bir mükemmeliyete erişmiştir. Ama yeni şiirin istinat edeceği zevk, artık, ekalliyeti teşkil eden o sınıfın zevki değil. Bugünkü dünyayı dolduran insanlar yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda buluyorlar. Her şey gibi, şiir de onların hakkıdır, onların zevkine hitap edecektir. Bu, mevzuubahis kitlenin istediklerini eski edebiyatların aletleriyle anlatmaya çalışmak demek de değildir. Mesele bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak olmayıp sadece zevkini aramak, bulmak, sanata onu hâkim kılmaktır.”
3. Burada çok önemli noktalar vardır çünkü şiirinin alanlarını belirler, en ince ayrıntı ise şu sözcükte gizlidir :“Mesele bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak olmayıp sadece zevkini aramak, bulmak, sanata onu hâkim kılmaktır”. Unutulmamalıdır ki Garip akımı edebiyat dünyasını kasıp kavururken, bir Nazım Hikmet havası da ufak ufak sezilmekteydi. Nazım Hikmet, Garip kadar toplumsal bir çıkış değildi elbette ama Garip kadar önemliydi. İşte Garip, kendisini Nazım Hikmet’in Marksist şiirinden ayırıyor. Yani, her ne kadar Marksist kavramları kullansa da Orhan Veli, amacının bir sınıfın hakkını korumak ya da bir sınıfı savunmak değil o sınıfa hitap etmek olduğunu belirtiyor. Söz sanatlarını, vezin ve kafiyeyi de tam olarak bu yüzden reddediyor: Geniş halk kitlelerine ulaşmak için.
Bu madde şiirinin konunu da değiştirmektedir. Şiirin konusu “ideal sevgili”’den “vesikalı yar”’e dönüşmüştür. Tanzimat dönemi şiirinin idealist kahramanlarının yerini hayattaki tek derdi para kazanmak olan işçi sınıfı almıştır.
Önsözün geri kalanında ise şiirdeki yıkımın türünden bahsediliyor. Orhan Veli’ye göre alışılamayacak bir şey yoktur ve elbette bu kurallar da benimsenecektir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta Orhan Veli’nin amacının sadece kuralları yıkmak olduğu değil yıkımdan sonra yerine başka bir kural inşa etmek olduğudur.
Garip akımı genel itibari ile
- Sürrealizmden etkilenen ama Sürrealizmin kopyası olmayan bir akımdır.
- Mısracı zihniyete karşıdır. Aynı zamanda vezin, kafiye ve söz sanatlarına da karşıdır. Yani 1941’e kadar “şiirde olmazsa olmaz” denilen bütün kurallara karşıdır.
- Garip akımı bu yıllarda özellikle genç şairleri oldukça fazla etkilemiştir, şiire yeni başlayan şairlerin yüzden doksanına yakın kısmı Garip tarzı ile yazmaya başlamıştır.
- Günümüzde Garip tarzı ile yazan şairler bir elin parmaklarını geçmemektedir ki zaten Garip akımından sonra Türk şiiri II. Yeni ile tanışacaktır.