Makaleler

Anasayfa

Hakkımızda

Yardım

Yasal Konular

Müzika-i Hümayun

yazar: Hakan Kutluay

Müziğin varoluşundan günümüze kadar geçen süre içinde müzik ile insan toplulukları arasında sıkı bir ilişki kurulduğu görülmektedir. Bu ilişki her toplumda belirli oluşumları tetiklemiş ya da bu oluşumlarla birlikte hareket ettirmişlerdir. İşte Yeniçeri ocağı ve Bektaşi tarikatı arasında da böyle bir ilişki söz konusudur. Tarih boyunca bu bağlantı hiç kopmamış ve birçok tarih kitabında da girmiştir.

Yeniçeri ocağı, asker-devlet yapılanması ile hareket eden Osmanlı İmparatorluğunun en temel direğiydi. Bu ocağın askerleri yani insan gücü, fethedilen ülkelerdeki Hıristiyan – ki bunlara devşirme denirdi – ailelerinden alınan çocuklardan elde edilirdi. Bilindiği gibi Yeniçeri’de yani asker ocağında Mehter takımı adıyla ordu ile sefere çıkan bir de müzik takımları vardı.

Yeniçeri, yeni asker anlamındadır ve I. Murad zamanında kurulmuş. Daha doğrusu I.Murad zamanında kurumsallaşmıştır. Kurulan Yeniçeri’de bir nevi bando takımı olarak görevini sürdüren Mehter Takımları da bu ocağa dahil edilmiştir. Elbette bu bilgiler de Bektaşi tarikatından ayrı düşünülemez. Sonuçta bu kurum ve içindeki kurumcuklar -yani Mehter Takımı, Kapıkulu gibi – da Bektaşilerden ayrı düşünülemez.

Mehter takımları savaşlarda ordu ile beraber hareket eden bir askeri birlikti. Hepsinin askerî eğitimlerinin yanı sıra özel müzik eğitimleri de vardı. Mehter takımları “peşrev” çalarlardı ve bu peşrevler birçok ünlü Batılı ya da Doğulu bestecilere ilham olmuştu. Mehter takımları günümüz bando takımı olarak düşünebilir ama elbette ki sefer durumunda Osmanlı saflarında yer alması bando ile arasına ciddi bir fark koymaktadır.

Peki, ne oldu da Mehter takımı yerini Müzika-i Hümayun’a bıraktı ya da nedir bu Müzika-i Hümayun?

II. Mahmud ‘un izlediği ve bugün bile tartışılan bir politika vardı: Askerî alanda Batılılaşma. Elbette tartışılan konu topun, tüfeğin ya da teknolojik gelişmelerin orduya alınması değildi, tartışılan konu sistemin tamamen değiştirilmesiydi ki sonuçta 500 yıllık bir Osmanlı seferlerini bu sistemle yapmış ve başarılı olmuştu. Velhasıl kelam Yeniçeri ocağı 1826 yılında II. Mahmud tarafından ortadan kaldırıldı.

Süreyya Su, “Türkiye’de Batılılaşma Sürecinin Bir Tezahürü Olarak Müzikte Kimlik Sorunu” adlı eserinde ve “Toplum Bilim Müzik ve Kültürel Kimlik Özel Sayısının” ( 12 Mayıs 2001) 55- 56- 57- 58. sayfalarda Yeniçeri ocağının ve mehter takımının kardırılması ile ilgili şunları yazmaktadır:

“II. Mahmud yeni askeri düzenlemeye koşut olarak, Yeniçerilerin müzik takımı olan mehterhaneyi de kaldırarak, yeni orduya Batılı anlamda bir müzik örgütü oluşturmuştur. 19.yüzyılda II. Mahmud’un reformlarının sonucu olarak yeniçerileri çağrıştıran, onlarla ilişki diğer kurumlar da kaldırılmıştır. En başta Yeniçeriler ile sıkı ilişkisi dolayısıyla Bektaşî tarikatı kapatılmış ve malları satılmıştır. Aynı şekilde Yeniçeri ocağı ile Mehter örgütü arasındaki yakın bağ da Mehter’in akıbetini kaçınılmaz hale getirmiştir. Osmanlı Devleti’nin geleneksel askeri müzik takımı da yerini Batı örneğine göre kurulan yeni askerî bandolara bırakmıştır. 1794'te III. Selim tarafından kurulan ve Batılı anlamda ordunun çekirdeğini oluşturan Nizam-ı Cedid, Mehterhane’nin yerine kurulan bandoya kaynaklık etmiştir "

Sonuçta Mehterhane kaldırıldığında yerine mutlaka aynı işlevli başka bir kurum konulmalıydı ki isyan ya da usulsüzlük olmasın. Evet, o zaman Müzika-i Hümayun kuruldu ama bu kurumda neler vardı bir de ona bakalım. Özellikle kaynak belirtmek gerekirse bu konu Gültekin Oransay, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi’nin 6.cildinde bulunan ”Çok Sesli Musiki” maddesinde işlenmiştir. Bizde buna işaret ederek yazımıza devam edeceğiz.

Mehterhane kaldırıldığına geleneksel müzik aletleri yerlerini Avrupaî tarzdaki çalgılara bıraktı. Yani görmeye alışılan peşrevlerin yerini mızıkalar aldı. Elbette marşlarda değişti. İlk parça ise yürüyüşlük oldu. Diğer adı ile Marcia olarak anılır. Muhtelemen birçok kişinin aklına bu geçişin nasıl bu kadar hızlı olduğu geliyordur. Aslında cevabını Yeniçeri’de vermiştik. Yeniçerilerdeki devşirme sistemi değişmedi, hala Enderun’da iç oğlanlar yetiştiriliyordu. Müzika-i Hümayun’un temelini de bu iç oğlanlar oluşturdu aslında. Öğrenmeleri bu yüzden çok zor olmadı, zor olan halkın ve askerin bunu kabullenmesi oldu. Elbette şunu da belirtmek lazım tüm bu değişikliklerle (Birkaç yıla kadar Müzika-ı Hümayun genişletildi ve yeni çalgılar getirildi) beraber ilk Türk orkestrası oluşmuş oldu.

1826 yılının Haziran ayı içerisinde ise bugünkü İstanbul Üniversitesi’nde hatta Taşkışla binasında Müzika-i Hümayûn açıldı. Burada Türk ve Batı müziği verililiyordu. III. Selim döneminde imparatorluk, yüzünü Batı’ya iyice çevirmişti ve Müzika-i Hümayun devletin resmi müzik kurumu olmuştu. Bu zamana kadar ise devletin resmi müzik kurumu Mevlevihanelerdi. Zaten Müzika-i Hümâyûn kelimesi kelimesine çevrildiğinde Devlet Müziği ya da Devlete ait olan müzikler anlamına gelmektedir

Müzika-i Hümâyûn başına İtalya’dan getirilen G.Donizetti ( 1788- 1856) konuldu.

Donizetti, Enderun’daki yetenekli gençlerden oluşturduğu bandoya Batı notasını ve çok sesli Batı müziğini öğreterek, altı ay gibi kısa bir sürede II.Mahmud huzurunda konser verebilecek konuma getirmiştir. Donizetti II. Mahmud adına Mahmudiye marşını yazmıştı ki bu önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir.

İlgili Makaleler