Nazizm, iki Dünya Savaşı arası dönemde Almanya’da görülen ve faşizmin bir türevi olan siyasi düşünce veya harekettir. Nasıl İtalyan faşizmi Benito Musollini ile yakından ilişkilendirilebilinir ise, Faşizmin Almanya’daki karşılığı olan Nazizm de kaçınılmaz olarak Adolf Hitler ile bağlantılı görülmektedir.
Alman Nazizm’i pek çok açıdan İtalyan Faşizmi’ni andırır. Her ikisinde de liberalizme ve komünizme bir duyulan bir nefret vardır. Propaganda yaparak ve doktrini empoze ederek bir liderin iradesi doğrultusunda şekillenen kitlelere karşı aynı tutumu benimsemişlerdir. Her ikisin de de toplumun organik yapısına olan bir inanç söz konusudur. Her ikisi de disiplinin ve fedakarlığın gerekliliğine vurgu yaparak askeri güce başvurma yoluna giderler. Her ikisinde de aşırı bir milliyetçilik vardır ve her ikisi de totaliter bir ruha sahiptir. Ne Hitler ne de Musollini ekonomik meselelerle ilgilenmemişlerdir. Silah ve savaş mühimmatının yeteri kadar üretilmesi onlar için ekonomideki en önemli unsurdur. Nazilerin siyasi partisinin ismi olan Nasyonal Sosyalist Parti’deki sosyalist kelimesi bazen kafa karışıklığına sebep olabilmektedir ancak terim sıradan anlamıyla kullanıldığında Hitler kesinlikle bir sosyalist değildi. Bir konuşmasında açıkladığı gibi:
“Her hakiki milli fikir son kertede sosyaldir. Kendi insanlarının refahından daha öte bir hedef bilmeyen, bu hedefi gerçekleştirmek için tam olarak çalışmış ve hazır olan, büyük marşımız “Almanya, Almanya her şeyin üstünde” nin anlamını kalbiyle benimsemiş, bu dünyada onun için Almanya’nın, Alman toprağının ve üzerinde yaşayan Almanın, üzerinde veya ötesinde hiçbir şey olmayan kimse sosyalisttir. Bu kimse sadece sosyalist değil aynı zamanda bu dünyadaki en yüksek anlamıyla milliyetçidir de.”
Hitler için, o zaman, sosyalizm milliyetçiliğin sadece bir diğer adıydı. Ancak onun için ulus, Almanya sınırları içerisinde doğan herkesi kapsamamaktaydı. Sadece Alman halkının ait olduğu etnik grup içerisinde doğanlar Alam ulusuna mensup olabilirdi.
Başlangıcından beri ve devamlı surette Nazizm, ırkın, insanlar için temel özellik olduğu fikrine itimat etmişlerdir. Hitler’in Musollini’ye İtalya’daki Yahudilere karşı harekete geçmesi yönünde yaptığı baskıya kadar, Irk İtalyan Faşistleri için önemli değildi. Bu nedenle Faşizm ırkçı bir ideoloji değildir ve olmasına da gerek yoktur ancak Nazizm her zaman ırkçı olagelmiştir. Aslında ırk teorisi Nazizmin özündeki düşüncedir öyle ki Nazizmi Faşizm artı Irkçılık olarak tanımlayabiliriz. Bu fikir Nazilerin insan doğası ve özgürlük hakkındaki inançlarında kendini özellikle açığa çıkartmıştır.
Hitler ve onu takip edenler için insan hayatı için geçerli temel olgu onların farklı ırklara mensup olmalarıdır. Onlara göre genel geçer bir insan doğası yoktur, çünkü bir ırkı diğerlerinden ayıran özellikler her ırkın dünyada farklı bir rolü olduğunu ve her ırkın farklı bir mukadderata sahip olacağını gösterir. Bu gerçekte tam olarak yeni bir fikir değildi, zaten Hitler de özgün bir teorisyen değildi. “Kavgam” isimli kitabı Joseph Arthur de Gobineau gibi, Houston Stewart Chamberlain gibi Ludwing Woltmann gibi daha önceki ırkçı teorisyenlerin fikirlerinin tekrar işlenmiş halidir.
Gobineau’ya göre büyük medeniyetlerin yükselmelerinde ve düşüşlerinde ırk anahtar rol oynamıştır. Yüzyıllar boyu diğer insanlar gibi Gobineau da Roma İmparatorluğu gibi bir zamanlar çok güçlü olan imparatorlukların güçlerini kaybetmelerinin ve çöküşlerinin sebeplerini merak etmiştir. Vardığı sonuç ırkların karışması olmuştur. Gobineau’ya göre insanlar, ırkları saf ve coşkulu olduğu zamanlarda gücü elde ederler, ancak güçlendikçe büyürler ve zamanla bir imparatorluk haline gelirler. Diğer insanlar üzerinde de hakimiyet sağlarlar. Diğer ırklarla da karıştıklarında melezleşmeler görülür ve orijinal ırkları güçsüzleşir. Sonuç kimliklerini ve güçlerini koruyamayan düşük bir insan topluluğunun meydana gelmesidir. Bu nedenle bu sonucu imparatorluğun çöküşü takip eder. Dahası Gobineau, ırkların eşit olmadıklarını iddia etmiştir. Ona göre beyaz ırk sarı ırktan, sarı ırk ise siyah ırktan üstündür. Bu doğanın bir motifidir ve bu kuralın toplumda da gözlenmesi gerekir.
Gobineau’nunki gibi fikirler, Sosyal Darwinist fikirler gibi, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında revaçtaydı. Herbert Spencer ve William Graham Sumner tarafından geliştirilen sosyal darwinizm, ırkçı bir ideoloji değildir. Ancak hayatta kalabilmek için verilen mücadeleye yaptığı vurgu, sosyal darwinizmi ırkçı yorumlamalara açık hale getirmiştir. Böylesine bir yoruma ulaşabilmek için yapılması gereken tek şey, Spencer ve Sumner’in dediklerinin aksine gibi bu mücadelenin bireyler arasında olmadığını ancak bütün insan ırkları arasında bir mücadelenin olduğunu söylemektir.
Bu fikir aslında Ludwing Woltmann tarafından üretilmiştir. Sırasıyla 1900 ve 1903’de yazdığı “Tarihsel Materyalizm: Marksist Dünya Görüşüne Bir Eleştiri” ve “Siyasi Antropoloji” kitaplarında Woltmann Marksist teoride eksik olan temel bir kavramın olduğunu söyler ki bu da ırktır. Woltman, sanatta, müzikte, edebiyatta, felsefede, ve sanayide en büyük başarıların Batı Avrupa’da yoğunlaştığını sorar. Ona göre sebep, üstün Alman Aryan ırkının burada yaşıyor olmasıdır. Bu ırk, diğer “düşük” ırklardan daha hızlı ve daha çok evrilmiştir zira Avrupa iklimi ne kutup iklimi gibi zor ve verimsizdir ne de tropik iklim gibi çok verimlidir. Eskimolardan felsefe üretmeleri beklenemez ya da güzel müzikler icra edemezler çünkü zamanlarının ve enerjilerinin büyük bölümünü çok soğuk ve verimsiz olan doğa şartlarında hayatta kalma mücadelesine ayırmak zorunda kalmaktadırlar. Polinezyalılar ve Afrikalılar da tam tersine balığın çok olduğu ve meyvelerin ağaçlardan döküldüğü bir iklimde yaşamaktadırlar. Sadece Batı Avrupa’da iklim ne çok sert ne de çok bereketlidir. Bu iklim bin yıldan fazla bir sürede doğayı dönüştürebilen, kültür üreten ve üstünlüğünü dünyanın geri kalanına gösteren bir ırk yaratmıştır.
Woltmann, ancak şimdi bu ırkın bazı tehlikelerle karşı karşıya olduğunu söyleyerek uyarıda bulunur. Bu tehlikelerden en büyüğü nüfus krizidir. Woltmanna göre nüfusun artan şekilde ve geometrik oranda ancak yiyeceklerin sabit bir şekilde ve aritmetik oranda artması demek olan Malthus kanunu her geçen zaman daha da kıt olmaya giden kaynaklar üzerinde ve yaşam alanı üzerinde ırklar arasında gerçekleşecek bir savaşın habercisidir. Dünya hızla, kaynakların nüfusu besleyemeyeceği noktaya doğru gitmektedir. Bu mücadele bir bireyin diğeri ile olan mücadelesi değil bir halkın yani üstün Aryan ırkının diğerleri ile olan mücadelesidir. Darwinci hayatta kalma mücadelesi ırk çizgisinde devam edecektir ve Aryanlar’ın gelecek rekabet için kendilerini hazırlamaları gerekmektedir. Kendilerini ırkların eşitliği, ırklar arasındaki harmoni, insanların kardeş olması ve diğer sosyalist ve liberal palavralar gibi yumuşak ve duygusal fikirlerden temizleyerek bu zor duruma hazırlamalıdırlar. Bu Yahudi fikirleri Aryan ırkının gücünü baltalamakta ve çözümü zayıflatmaktadırlar. Bu fikirlere sahip olanlar ve bu fikirlerin öğreticileri ya sansürlenmeli ya da sonsuza kadar susturulmalıdırlar.
Hitler Aryan ırkının kültür üreten ve Avrupa medeniyetinin kaynağı olan bir ırk olduğunu söyler. Ona göre Almanlar, Aryan ırkından kalan en yüksek ve en saf millettir. Bu nedenle Alman halkının kaderi bellidir, diğer düşük ırklara baskın olmak, hatta onları ortadan kaldırmak ve bin yıllık şanlı Reich’ı kurmak. Ona göre ırk olarak saf olan halk dışındaki unsurlar yamaya değer değildirler. Acıma gibi yumuşak duygulardan arınmış olmak lazım gelir ki ırk saflaştırılabilinsin. Düşük ırklar insanın altında birer hayvan veya haşere gibi görülebilirler. Bunlar düşünülmeden yok edilmelidirler. Ancak bu sayede Ayan ırk büyük hedeflerine ulaşabilir.
Kaynak:
Political Ideologies and Democratic Ideal (Terence Ball and Richard Dagger)