Türk halkı, evvelden beri mizahî bir yapıya sahiptir. Günümüz sokak edebiyatına da baktığımızda mizahın güçlü bir silah olarak kullanıldığını, geçmişe baktığımızda da bu sivri dilliğinin çoğu zaman baştan kelle aldığını bile görüyoruz. Aziz Nesin’lerin, Sabahattin Ali’lerin, Rıfat Ilgaz’ların, Orhan Kemal’lerin, Bedii Faik’lerin, Haldun Taner’lerin, Muzaffer İzgü’lerin, Çetin Altan’ların gelip geçtiği mizahımızın geçmişi, hicviye ile taşlama ile örülmüştür. Gerek Halk edebiyatında gerek Divan edebiyatında bir zincirdir eleştiri… Bu bakımdan bizde günümüzdeki mizahın geçmişine giderek nazımda eleştiriyi işleyeceğiz.
Nazım, şimdinin şiiri olarak görülebilir. Arapçadır. Şimdi düzyazı ise eskilerin tabirinde nesir idi. Biz, eleştiriyi şiir dilinde işleyeceğiz yani…
Hicviye, Divan edebiyatındaki yerginin adıdır. Taşlama ise Halk edebiyatındaki yerginin adıdır. Batı edebiyatında ise bu şiir türüne satirik şiir denirdi.
Satirik adı Fransızca satire’den dilimize girmiştir, Türkçesi ise yergidir.
Hicviye adı hakkında…
Bugün çok sık kullanmasak da hicvetmek diye bir deyim var dilimizde. Hiciv, Arapçadan dilimize girmiştir. Arapça aslen söylenişi hecv’dir.
Ferit Devellioğlu, hicv sözcüğünü şu şekilde anlamlandırmıştır:
- Hicv (a.i) : ed. Biriyle, şiir yoluyla alay etme, şiir yoluyla birini gülünç hale koyma, yerme [kelimenin aslı “hecv”’dir ] *
- *“ed.” Demek, edebiyat terimi olarak demektir, “a.i” kısaltması ise “Arapça isim” demektir.
- Hicvî (a.s) : ed hicivle ilgili; yermeli
- Hicviyyât (a.i hicviyyenin celili ) : ed hicivle ilgili şiir ve manzumeler.
- Hicviyye ( a.i.c. ) ed hiciv sözü veya yazısı, taşlama
Hiciv ( os. hicv – hicviye, fr. satire , tür. yergi ) . Bir kimseyi, nesneyi ya da yeri, bir inancı ya da düşünüş biçimini yermek, toplumun ya da düzenin aksayan, kusurlu yanlarını iğneleyici, alaycı bir tavırla eleştirmek amacı taşıyan manzum ürünlerin adı.
Her iki değerli aydınımız da hiciv için “şiir” türünde olduğunu söylemiştir.
Hicviye Divan Edebiyatı içinde…
Hicviye, Osmanlı edebiyatının bir ürünüdür. Edebi bir tür olarak hicviyenin Divan edebiyatına ait olması ona bazı sorumluluklar getirecektir.
Osmanlı, monarşik bir yapıdaydı, şairler ise padişahlardan veya devlet adamlarından himaye görerek onlardan “akçe” alıyorlardı. Böyle bir ortamda bir şairin hiciv yazmasının bir cesaret işi olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Divan edebiyatı, manzum bir edebiyattı. Elbette nesrin yeri hiç yok demek değildi ama şiir, nesre daima ağır basmıştı. Bu bakımdan da hicviyelerin büyük kısmı nazım şeklindedir; lakin mensur hicivler de vardır.
Aslen “hecv” olarak anılması gereken sözcük Türkçeye girerken “hicv” olarak bozulmuştur. Hecv, medh sözcüğünün zıt anlamlısıdır, medh övmek anlamındadır.
Divan edebiyatında hicvin çoğulu hicviyâttır. Hiciv yazana ise Arapça “fail” vezninden türetilen “heccav” denir. Farsça söyleyen anlamındaki –gu eki getirilip “hecâgu” söyleyişi de oldukça yaygındı Osmanlı edebiyatında…
Saray çevresindeki hicivlerin…
Divan edebiyatının bir diğer isminin Saray edebiyatı olmasının bir nedeni var. Bu edebiyat, devlet büyüklerinin gözüne girmek için yapılan edebiyattır. Bu bakımdan da hiciv yazarlarının ve saray çevresindeki hicivlerin bir bedeli var.
Öncelikle birçok heccav, hicivlerini divanlarına koymazlar, mecmualarına koyarlar çünkü divanlar velinimetlere – ki bu velinimet ya padişahtır ya şehzade ya da devlet büyüğüdür – sunulur. Mecmualarda, hezl, fıkra gibi ürünlerle bir arada durur hicivler.
Divan edebiyatında, şairler biricik olduklarını ispatlamak ve başka şairlerle karıştırılmamak için mahlas / rumuz kullanmışlardır. Her şiirlerinin son beyitlerinde mahlaslarını kullanan şairler, böylece eserin kime ait olduklarını bildirirler okuyucuya. Yalnız birçok hicivde şair mahlası görülmez. Yani bir nevi toplumdaki bozuklukları ileten, içini döken şair, bir yandan da herhalde can ve mal kaybını önlemek için yazdığı hicvi sahiplenmiyor.
Söz ola kestire başı…
Divan edebiyatı şairleri, her şiirinde mutlaka abartı unsurunu kullanır. Zaten aşkı da muhayyel olan divan şairi, güzelin güzelliğini de sevgisini de abarttıkça abartır ve üstüne de sanat yapar. Zafernamelerde de görülen bir durumdur bu. Ordular da savaş da fethedilen ülke de övüldükçe övülür zafername türünde. Lakin bu kadar uçlarda kürek sallayan divan şairi, maalesef “dilinin ayarını” bilmez ve hicvi de abarttıkça abartır. Dili oldukça sivridir hiciv şairinin. Yeri gelir eleştirdiği devlet büyüğüne “it, köpek, dürzü..” gibi yakıştırmalar da yapar, yeri gelir onu beceriksizlikle suçlar. Bunun en güzel örneği hem hicvin hem övgünün hem de abartının harikulade örneğini veren Nef’i’ vermiştir ama maalesef padişah fermanıyla idam edilmiştir.
Agah Sırrı Levent bu konuda şu yorumu yapmaktadır : “….daha çok kişileri amaç tutan yergide, deyiş sertleşip keskinleşir. Yanız dokunmakla kalmaz, yerine göre tırmalar, yaralar, sataşır, saldırır. Sertliği ve acılığı oranında kırar, sövmeye dek varır. Ancak sövmede bile bir incelik bulunabilir.”
Biçim olarak hicviye…
Hicivlerin bir edebî tür olduklarını söylemiştik, nazım şekli değil. Bu bakımdan da hicviyelerin kendilerine özgü bir nazım düzeni yoktur. Hicviyeler, kaside, mesnevi gibi birçok nazım şeklince kaleme alınmıştır. Bu bakımdan dörtlükle yani kıtayla yazılan hicivler olduğu gibi dize ile yazılan hicviyelere de rastlamak mümkün.
Toplumsal yergi mi kişiye yergi mi?
Hiciv tanımı yaparken toplumsal ve kişisel eleştiri tanımını yapmıştık. Yalnız ne yazık ki Divan edebiyatında belli bir çağa kadar kişisel yergiler ağır basmıştır. Biraz bencilce görünse dahi divan şairinin saray çevresinden olduğunu düşünürsek halkı göremedikleri için kendilerine yapılan haksızlıkları ve o haksızlığı yapanları yermeleri gayet doğal gelecektir. Aslında toplumsal eleştiri tam anlamıyla taşlamalarda yani halk edebiyatında görülecektir. Divan edebiyatında ise toplumsal yergi 15.asrın sonlarına doğru gelişecektir ve Ziya Paşa’yı da etkileyecek olan Bağdatlı Ruhi o müthiş hicvini Terkib-i bent nazım şeklinde yazacaktır.
Bu konuda Atilla Özkırımlı şu yorumu yapmaktadır : “… Tanzimat’tan sonra yazılan hicivlerin konu bakımında sınırlı da olsa toplumsal sorunları işledikleri görülür. Genelde edebiyatın konularının değişmesi yol açar buna. Ama yine de hiciv, kişiye yönelik yergi biçiminde özetlenebilecek temel özelliğini korumuştur…”
Yani bizde hiciv, yenilik devri sayılan Tanzimat’ta bile kişiye saldırma huyunu bırakmamıştır, sadece Nazım Hikmet, bu düzene bir son vermiştir ama o da zaten Cumhuriyet dönemi şairidir.
Divan edebiyatının başlıca hicivleri ve hiciv şairleri şunlardır:
Eserler
- Siham-ı Kaza : Nefi
- Harname – Şeyhi
- Fuzulî – Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi’ye sunduğu Şikayetnamesi
- Bağdatlı Ruhi – Terkib-i Bend
- Şairler :
- Şair Eşref [salt eleştiri türünde eser vermiştir, küfür de içeren hicivleri vardır.]
- Koca Ragıp Paşa
- Molla Lütfi
- Şeyhülislam Yahya
- Fitnat Hanım
- Aynî
- Haşmet
- Sururî Vehbi
Halk edebiyatında ise..
Halk edebiyatındaki yergiler, halkın içindeki şairlerden çıktığı için daha içten ve samimidir. Hicviyelerde küfre varan söylemler varken taşlamalarda daha çok toplum düzeni, aksaklıklar eleştirel ve daha uygun bir dille anlatılmıştır.
Taşlamalar, koşma nazım şeklinin altında yer alır. Taşlamanın içine ait gurupta olan diğer konularına göre koşmalar, güzelleme ( aşk, sevgi, kadın güzelliği konulu), koçaklama ( savaş, yiğitlik konulu) ve ağıttır.
Taşlamalar, dörtlükler halinde yazılır. Düz ya da çapraz uyak kullanılır. Nazım şeması şu şekildedir:
----a
----a
----a
----b
*
----c
----c
----c
----b
*
----d
----d
----d
----b (…)
Ya da;
----a
----b
----a
----b
*
----c
----c
----c
----b
*
----d
----d
----d
----b
*
----e
----e
----e
----b
(…)
Taşlamalarda, dörtlük sınırlaması yoktur, şair dilediği kadar dörtlük yazabilir.
Taşmalarda konu…
Taşlamalarda konu, çok çeşitli olabilir. Bir vezire de taşlama yazılabilir, hayvana da; doğaya da kişiye de… Bu bakımdan da taşlamanın konu zenginliği hicviyeden daha fazladır.
Taşlamalarda, en çok dikkat çeken konu sosyal eleştiridir. Zengin – fakir farkı, halkın aç kalması, devlet görevlilerin zulmü vs. en çok işlenen sosyal konulardır.
Zengin – fakir konulu taşlamadan bir örnek:
Zenginin yediği baklava börek
Kahvaltıya ister keteli çörek
Fukaraya sordum size ne gerek
Düğülcek çorbası balımız bizim
****
Serdari halimiz böyle n'olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Mamurlar yakılıp viran olacak
Akıbet dağılır ilimiz bizim
Görüldüğü gibi, bu bir Aşık edebiyatı ürünüdür. Aşık edebiyatında, aşıklar söyler ve eserlerindeki son dörtlüğe de mahlaslarını yazarlar, yukarıdaki taşlama da Aşık Serdarî’nin bir taşlamasıdır. Anonim olan taşlamalar da vardır.
Abdürrahim Karakoç, tanınan en ünlü taşlamacılardan birisidir. Bunun dışında Seyrani, Azmi, Dertli, Ruhsati gibi aşıkların da taşlamaları mevcuttur.
Kimi yerlerde şathiyeler de taşlama olarak görülür; lakin şathiye taşlama değil farklı bir türdür. Allah ile şakalaşır gibi bir söyleyişe sahip olan şathiye türünde, Yaradan’ı ezmek ya da eleştirmek gibi bir amaç yoktur. Şathiyeler, bambaşka bir tür taşlama bambaşka bir türdür.