Dîvânu Lugâti’t-Türk Nedir?
11. yüzyılda, Türk illerinin tek tek dolaşılıp, onların dillerinin tek tek incelenip bir de tanıklı bir sözlük oluşturulduğunu hayal edin..
Genel hatları ile Dîvânu Lugâti’t-Türk
Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün yazarı Kaşgarlı Mahmud’dur. Kaşgarlı Mahmud’un kim olduğunu, eğitimlerini kısaca onun hakkında bilinmesi gereken her şeyi "Kaşgarlı Mahmud Kimdir" adlı makalemizde işlemiştik. Bu bakımdan da bu yazımızda direk Dîvânu Lugâti’t-Türk adlı eseri tanıtmaya başlayacağız..
Dîvânu Lugâti’t-Türk, o zamanların öykünülen dili Arapça ile Türkçenin bir kıyaslamasını yapmak üzere yazılmış bir eser. Kaşgarlı Mahmud’un kendi tanımıyla “Türkçe ile Arapçanın at başı gittiğini” (at başı gitmek deyimini kafa kafaya gitmek olarak da düşünebiliriz) savunmuş ve güvenilir olarak nitelediği iki imamın Hz. Muhammed’in “Türklerin dilini öğreniniz, çünkü onların egemenliği uzun sürecektir” hadisesini dayanak olarak göstermiştir. Diline ve milletine sahip çıkan Kaşgarlı, bu hadise olmasa dahi Türk dilinin öğrenilmesi gerektiğini söylemiştir.
Eser aslen Araplara Türkçe öğretmek için hazırlanan bir sözlüktür. Dîvânu Lugâti’t Türk, 25 Ocak 1072 yılında yazılmaya başlanmış ve dört kez düzeltildikten sonra 12 Şubat 1074 yılında tamamlanıp 1077 yılında Bağdat’ta dönemin halifesine sunulmuştur. Tarihlendirme konusunda kimi araştırmacılarının eserde geçen On İki Hayvanlı Türk takvimi tarihlendirmesine dayanarak itirazı olsa da eseri bulan ve ilk değerlendiren kişi olma şerefine erişen Kilisli Rıfat Bilge, eserdeki tarihlendirmenin müstensih hatası olduğunu savunmaktadır.
Dîvânu Lugâti’t Türk, Türk dilinin ilk sözlüğüdür. Üstelik hem ilk sözlüğü, hem ilk ağızları derlemesi sözlüğü hem de ilk tanıklı sözlüğüdür. Bu bakımdan da çok ama çok önemlidir. Tüm bu özellikler olmasa, sadece derleme sözlüğü bile olsa, 11. yüzyıldaki birisinin o zamanki Türk boylarının dilini görüp bilip yazması ve bu zamana kadar taşıması bile çok önemlidir.
Dîvânu Lugâti’t Türk Nasıl Yazılmıştır?
Dîvânu Lugâti’t Türk’ün yazarı Kaşgarlı Mahmud, tüm Türk illerini ve boylarını tek tek gezerek onların dillerini yazılı hale getirmiş, bununla da yetinmemiş tanıklamış ve bu tanıklar için de halk edebiyatı ürünlerini kullanmıştır. Bazı sözcüklerin tanıklarında da destan parçalarına, tarihî olaylara yer vermiştir. Eserde tüm boyların dillerinin geçmesi, eserin ister istemez karşılaştırmalı bir sözlük olmasını sağlamıştır.
Tüm bu açılardan eser incelendiğinde 11. asırdaki Türk boyları hakkında şu bilgileri vermektedir:
- Mitolojilerini
- Yer adlarını
- Coğrafyasını
- Sosyal hayatını
- Halk edebiyatı ürünlerini
- İlk şiir örneklerini
- Kişi adlarını
- Boy adlarını
- Han adlarını
- Destanlarını
- Türkçenin ses yapısını
- Türkçenin söz dizimi özelliklerini
- Türkçenin dilbilgisini
- 11.asırda Türkçenin söz varlığını
- Türk dilindeki ağızların durumu
- Türk dilindeki ağızların yapısını
- Türk dillerindeki ağızların söz varlığını
- Türk boyları içindeki alıntı sözcüklerini
- Türkçenin sesletimini
Tüm bunlar göz önünde alındığında Dîvânu Lugâti’t Türk’e sadece sözlük demek haksızlık olacaktır. O, sözlükten öte, bir ansiklopedidir.
Dîvânu Lugâti’t Türk Neden Yazılmıştır?
Dîvânu Lugâti’t Türk, Kaşgarlı Mahmud tarafından birçok sebep yüzünden yazılmış olabilir. Kaşgarlı Mahmud hakkındaki bilgi kırıntılarına bakarak onun ailesi öldürülen ve mecburen yerini yurdunu terk eden ya da etmek zorunda kalan bir şehzade olduğu düşünülür. Bu durumda bu eseri yazması normal karşılanabilir. Ama işin duygusal boyutlarını bir kenara bırakırsak Kaşgarlı Mahmud, bu eseri neden yazdığını Dîvânu Lugâti’t Türk’ün ön sözünde açıklar.
11. yüzyılda Karahanlı Devleti hakimdi Türk boylarının birçoğuna. Ve Karahanlı Devleti de İslamiyet’i devlet dini haline getiren – bilinen – ilk Türk devletidir. Haliyle bu dönemde bir Arapça furyası yok değildi. Alimler, Arapça biliyor, Farsça biliyor; şairler şiirlerinde Arapların milli ölçüsü olan aruz veznini kullanıyor, şiirlerinde bol bol Arapça – Farsça sözcük kullanıyorlardı. Bu durum, dil bilinci olan her Türk aydınını rahatsız etmeli idi. Kaşgarlı Mahmud da bundan rahatsız idi. Hatta, önsözde yazdıklarından anlaşıldığı kadarıyla ve Türkçenin de en az Arapça kadar zengin bir dil olduğuna vurgu yapma ihtiyacından bahsettiğine göre döneminde Arapça, Türkçeden daha değerli görünüyordu. Bunun üzerine de Kaşgarlı Mahmud, Arapça ile Türkçenin güzellik ve zenginlik konusunda eşit olduğundan bahsetti ve Araplara Türkçe öğretmek amacıyla Dîvânu Lugâti’t Türk adlı eserini yazdı. Bu eseri yazarken de Arapça bildiğini belli edercesine Arapça dil kurallarına göre Türkçeyi yazdı. Üstelik bu eseri de dönemin halifesine sundu..
Dîvânu Lugâti’t Türk’ün İçeriği Nasıldır? Hangi Yöntemle Yazılmıştır?
Dîvânu Lugâti’t Türk, Araplara Türkçeyi öğretmek için yazıldığından Arapça gramer kurallarına uygun olarak yazılmıştır. Arapça ile Türkçe farklı dil ailelerindendir ve farklı yapılara sahiptirler. Türkçe sondan eklemeli bir dildir ve ekleri çıkardığınızda köke ulaşırsınız. Arapça ise bükünlü dediğimiz bir dildir ve vezin denen özel kalıplarla çoğaltılır. Arapça köklere ulaşmak için ya köklere tamamen hakim olmanız gerekir ya da vezinlere. Kökler ise harf sayısına göre isim olur. Genelde üçlü kökler yani sülasiler vardır. Kökler, sessiz harflerdir. İşte Kaşgarlı Mahmud da Arapçayı muhtemelen çok iyi bilmesinden dolayı Türkçeyi de Arapçaya benzeterek Türkçenin sülasilerine göre sözlüğü yazmıştır. Örneğin balta anlamına “baldu” sözcüğünü Dîvânu Lugâti’t Türk’te bulmak istersek sülasi bölümüne gidip “bld” sülasisini seçip, sözcüğü aramalıyız.
Kaşgarlı Mahmud, sadece Arapça gramer kurallarından etkilenmemişti. Ünlü filolog Halil b. Ahmet’in Kitabü’l Ayn kitabından etkilendiği de üstünde durulan bir konudur. Halil b. Ahmet sözlüğüne günlük konuşma dilinden sözcükleri almış, günlük konuşma dilinde az kullanılan sözcükleri almamıştır. Ayrıca alıntı sözcükleri de almayarak adeta kendi sözlükçülük ekolünü yaratmıştır. Kaşgarlı Mahmud da böyle yapmaktadır. Aslen bu bizim için bir kayıp olsa da dönemindeki amacına uygun olarak yapılmış bir hamledir. Üstelik gayr-i müslim Türklerin dillerini derlememiştir. Tarihî kaynaklarla kıyaslama yapınca da tüm boyların adını anmadığı görülmektedir. Bir diğer eksik de sözcüklerin kimisinin hangi boyda nasıl kullanıldığını tam olarak vermemesi. Bu, Kaşgarlı Mahmud’un sistemi olarak da değerlendirebilir; sistemsizliği de..
Dîvânu Lugâti’t Türk’te madde başı bazlı hesaplamaya dayalı olarak 8.000 küsür sözcük vardır. Sözlükte boyların hepsine ait bir derleme yapılmamıştır ama Karahanlı Devletinin temelini oluşturan ve diğer pek çok başka boya ait sözcükler vardır. Bu sözcüklerin oranları şu şekildedir:
- Oğuz gurubu: 185 sözcük
- Kıpçak grubu : 45 sözcük
- Çiğil grubu : 39 sözcük
- Argu grubu : 36 sözcük
- Yağma Grubu : 23 sözcük
- Kençek grubu: 13 sözcük
- Türk grubu : 12 sözcük
- Tuhsı Grubu : 7 sözcük
- Suvar Grubu : 5 sözcük
- Hotan Grubu : 2 sözcük
- Nazman Grubu : 2 sözcük
- Kay Grubu: 2 sözcük
Bu sözcükleri verirken tanıklar da verilmiştir. Dîvânu Lugâti’t Türk bulunan bu tanıklar öylesine değerlidir ki bu tanıkları hakkında onlarca kitap, yüzlerce makale yazılmıştır.
Dîvânu Lugâti’t Türk’te Bulunan Tanık Sözcükler
Dîvânu Lugâti’t Türk’te sözcüklerin daha iyi anlaşılması için kullanılan tanıklama yöntemi, bugün modern sözlüklerde, dil öğretiminde hala sıklıkla kullanılan bir yöntem. Ve bugün tanıklı sözlüklere baktığımızda alınan tanıkların yazın yani edebiyat ürünü olduğunu görüyoruz. Dîvânu Lugâti’t Türk’ü değerli ve önemli kılan, onu Türk tarih sosyolojisi alanında temel yapan durum sözlükteki tanıkların folklor ürünü olması, yani sözlü edebiyat ürünü olması..
Dîvânu Lugâti’t Türk içinde, bilinen ilk şiirlerimiz var. Bu şiirler genelde savaş ile ilgili olsa da, tabiat, avcılık ve hatta aşk şiirleri de mevcut. Bu şiirler, Türklerin yerli şiir ölçüsü kabul edilen hece ölçüsü ile yazılmış ve hece ölçüsünün de en yaygın kalıbı olan yedili ve sekizli hece ölçüsü kullanılmıştır.
Dîvânu Lugâti’t Türk’te tanık olarak iki yüzün üstünde atasözü de vardır. Ayrıca deyimler, ayet ve hadisler de bulunmaktadır. Bu tanıkların Arapça tercümeleri de yapılmıştır üstelik.
Eserde, Türk boylarının o zamanki sosyal hayatına, dini inançlarına, inanışlarına, gelenek ve göreneklerine dair bilgiler de bulunmaktadır. Hatta bunun yanında Kaşgarlı Mahmud, dil öğrenimleri ve sesletimleri hakkında yorum yapmış, en kolay öğrenilen dilin Oğuzların kullandıkları Türkçe olduğunu, en güzel dilin de Karahanlı Devletinin resmi dili olan Hakaniye Lehçesi olduğu dile getirmiştir. Dîvânu Lugâti’t Türk’te Türklerin kullandığı bilinen on iki hayvanlı Türk takvimi hakkında da bir bölüm bulunmaktadır. Ayrıca, Türklerin nasıl bu takvimi yaptıkları, neye dayandıkları anlatılmıştır.
Dîvânu Lugâti’t Türk’te şuan bize basit olarak görünen ama tarihçi gözü ile bakıldığında çok değerli olan bilgiler de mevcuttur. Örneğin kadının toplumdaki yeri, han ve hakanlara toplumsal bir bakış, ulaşım, ses taklitleri, beslenme, mutfak kültürü (Yemek tarifleri de verilmiştir), atçılık, at yetiştiriciliği, evlilik adetleri, şifalı bitkiler, şaman gelenekleri, yerli oyunlar, giyim, müzik, şiir, edebiyat, Türk usulü ev yapımı ya da mimari, ulaşım araçları, o dönemde kullanılan alet ve edevatlar..
Dîvânu Lugâti’t Türk, On İki Hayvanlı Türk Takvim ve Nevruz İlişkisi
Dîvânu Lugâti’t Türk’ün Türklerin sosyal hayatına ilişkin, tarihine ilişkin bilgiler verdiklerini biliyoruz. Aynı keza Türklerin kullandıkları takvim ve bu takvimin ortaya çıkışı hakkında da bilgiler vermektedir.
Türklerin On İki Hayvanlı Türk takvimini kullandıkları, Orhan Yazıtlarından bu yana bilinir. Çok eski bir takvimdir. Dîvânu Lugâti’t Türk’ün 11. yüzyılda yazıldığını düşünürsek ve Dîvânu Lugâti’t Türk’ün ön sözünde sözlüğün yazımının tarihlendirmesinin de bu takvime göre yapıldığını düşünürsek takvim Türkler tarafından resmi olarak uzun zamandır kullanılmaktadır diyebiliriz. Kaşgarlı Mahmud, “pars > bars” maddesinde önce bu sözcüğü gerçek anlamıyla tanıtır ve daha sonra da pars yılının Türk takviminde bir yıl adı olduğundan bahseder. Sözlüğün gidişatına göre bilgiler veren Kaşgarlı Mahmud, bu maddede on iki hayvanlı Türk takvimini açıklamaya başlar.
Dîvânu Lugâti’t Türk’te verilen bilgilere göre Kaşgarlı Mahmud bu takvimin ortaya çıkmasını şöyle anlatır: Türk kağanlarından birisi, yanındaki ak sakallılara geçmiş dönemde yapılan bir savaşın tarihini sunar. Lakin aksakallar bu savaşın tarihi hakkında çelişkili bilgiler verir. Kağan bu durumun vahametini anlar ve kurultayı toplar. Kurultay ve halk etrafındayken şu sözleri sar eder
“Biz bu tarihte yanılıyorsak, bizden sonrakiler de yanılacaklar. Yanılmamaları için göğün on iki burcuna ve on iki ay sayısına göre bir düzenleme yapalım; her yıla bir ad verelim. Böylece bu yılları sayarak zamanı belirleyelim. Bu düzenleme, hepimiz için bir belge olsun.”
Yalnız bu adların nasıl belirleneceği de bir sorundu. Bu sorun da çözüldü. On iki hayvanlı Türk takviminin isimleri, kağanın ava çıkması ve ava çıktığı Ila vadisi ırmağında, halkın da yardımıyla, vahşi hayvanları dereye sürüklemesi ve dereyi geçen hayvanların sırasına göre belirlenir. Buna göre dereyi ilk geçen hayvan “sıçgan” yani sıçandır. Yılın ilk burcunun ismi sıçgan yılı olur. Daha sonra öküz yani “ud” yılı gelir. Sıralama şu şekilde devam eder:
1. Yıl : Sıçgan - Sıçan
2. Yıl : Ud - Öküz
3. Yıl : Bars - Pars
4. Yıl : Tabışgan - Tavşan
5. Yıl : Nag - Timsah
6. Yıl : Yılan - Yılan
7. Yıl : Yund - At
8. Yıl : Kony – Koyun
9. Yıl : Biçin - Maymun
10. Yıl : Takagu - Tavuk
11. Yıl : It - Köpek
12. Yıl : Tonyuz – Domuz
Tabii doğa ile uyumlu ve iç içe yaşayan Türkler, bu yıl adlarına göre çeşitli inanışlar geliştirmişlerdir. Hayvancılıkla yaşamalarını sürdüren Türklerin bu inançları yine hayvancılıkla ilgilidir. Bu inanışlar da aynen Dîvânu Lugâti’t Türk adlı eserde Kaşgarlı Mahmud tarafından verilir.
1. Sıçan yılı : -
2. Öküz yılı : Ud yan öküz yılına girildiğinde öküzlerin boynuzlarıyla ile birbirleriyle sünüşüp yani savaşıp kavga ettikleri için savaş yılı olduğu düşünülür.
3. Pars yılı : -
4. Tavşan yılı : -
5. Timsah yılı : Timsahların sulak ortamda yaşadıklarında dolayı, bu yıla girildiğinde iklimin yumuşayacağını, çok yağmur yağacağını bu yüzden de bereketli bir yıl olacağını düşünürler.
6. Yılan yılı : Timsah yılıyla aynı nedenlerden ötürü bereketli bir yıl geçireceklerini düşünürler.
7. At yılı : -
8. Koyun yılı : -
9. Maymun yılı: -
10. Tavuk yılı : Tavuk yılında, tavukların beslenme alışkanlıklarının tahıl olmasından dolayı, açlığın olmayacağı, bereketli bir yıl geçireceği düşünülür.
11. Köpek yılı : -
12. Domuz yılı : Yaban domuzunu kastedilmektedir muhtemelen. Türkler bu yılda çok sert bir kış geçeceğine inanırlar.
Dîvânu Lugâti’t Türk’te verilen bu kehanetlerde birkaç ayın hakkındaki kehanetler olsa da Kaşgarlı Mahmud, her yılın farklı bir anlamı olduğunu söylemektedir
Türkler gün adlarını Araplardan almışlardır..
Kaşgarlı Mahmud, Türklerde ay adları ve gün adları olmadığını dile getirir. Medenileşmiş yani yerleşik hayata geçmiş ve Müslüman olmuş Türk topluluklarında Arapça gün ve ay adlarının kullanıldığından bahseder.
Yine Dîvânu Lugâti’t Türk’te verilen bilgiye göre Müslüman olmayan Türkler 1 yılı dört paçaya bölerler ve yine doğaya uyumlu olarak her üç aylık dönemi isimlendirirler. Kaşgarlı Mahmud, dördüncü ayın pek kullanılmadığını söyleyerek dördüncü ayın ismini zikretmez ama üç aylık dönemlerin ismini şöyle aktarır:
İlk üç aylık dönem: Nevruz döneminden sonra (Nevruz Türk takviminin başlangıcıdır) İlkbahar gelir ve Türkler bu döneme “Oğlak ayı” der. Çünkü bu dönemde oğlaklar doğar.
Sonraki üç aylık dönem: Oğlakların büyüyüp serpilmesi bu döneme denk geldiği için Türkler bu döneme “Ulug Oğlak” derler. Yani “ulu oğlak”, “büyük oğlak”..
Son üç aylık dönem: Bu dönem bizim bildiğimiz yaz mevsimidir, eski Türkler bu döneme “Ulug ay” yani “büyük ay” ya da “ulu ay” derler. Bu dönem bereketlidir. Açlık yoktur.
Eski Türklerde “bahar” diye bir kavram yoktur. Zaten “bahar” adı Farsçadan gelir. Türkler ve bu gün ala Anadolu insanları için iklimler şu şekildedir:
• Yaz : Yay
• Kış : Kış
• İlkbahar : Yaz, yay
• Sonbahar: Güz
Hatta “yayla” kavramı da buradan gelir. Yaylamak ya da yayla sözcükleri yazın gidilen serin yer anlamında; bize göçebe kültürden yadigar kavramlardır. Daha sonra Farsların “Bahar”ı tatlı gelince “yaz – yay”, ilkbahar ; “güz” ise sonbahar olmuş..
Türklerde gün adları da yoktur. Günleri sayarak söylerler. Hoş; zaten bugünkü gün adları da Farsça sayılardan gelir : “Çehar-şembe” Dördüncü ya da “Per-şembe” Beşinci gibi..
Dîvânu Lugâti’t Türk’te Nevruz..
Kaşgarlı Mahmud, bu sözcüğü “nayruz” diye geçirir sözlüğünde. Farsça olan bu sözcük “nev – ruz” yani “yeni gün” anlamına gelir. Nevruz, Türkçe olarak “kün, yeni kün, ergene kün, ulustun ulu küni” adlarıyla karşılanır. Ekinoks tarihine denk gelen ve Kuzey Yarım Küre’de bahar başlangıcı olan 21 Mart, Türkler için de takvim başlangıcı olarak sayılır. Daha ayrıntılı bilgi için daha önce kaleme aldığınız “Nevruz Nedir” makalesine bakabilirsiniz..
Dîvânu Lugâti’t Türk’te Türklerin yazısı da mevzu bahis edilmiş..
Dîvânu Lugâti’t Türk, Türkologlar için enfes bir kaynak. Bunun nedeni sadece döneminin söz varlığını ve sesletimlerini vermiş olması değil. Aynı zamanda Türk dili hakkında ayrıntılı bilgiler vermesi ki bu bilgilerden bir tanesi de Türk yazısıdır.
Kaşgarlı Mahmud, Dîvânu Lugâti’t Türk’te Türk yazısın ayrıntılı olarak iki tabloda vermiş ve bu tabloya da “Türk Alfabesi” anlamına gelen “heca-i el- Türkiyye” demiştir. Bu alfabeye aslında bilim dünyası aşina. Biz, bugün bu alfabeye Uygur alfabesi diyoruz..
Uygur alfabesi hakkında bilgi veren Kaşgarlı Mahmud, bu alfabenin 18 harften oluştuğunu bir de yazılmayan ama söyleyişte yeri olan 7 harf – ses olduğunu dile getirmiş ve “Türk lehçeleri bunlarsız olmaz” diyerek o zamanın yazma dilini bize göstermiştir.
Kaşgarlı Mahmud, eskiden beri, Kaşgar’dan Çin’e kadarki tüm Türklerin bu yazı ile anlaştığını dile getirmiştir. Türk ülkelerine hakim olan kağanların, hakanların, yabguların fermanlarını, mektuplarını bu yazı ile yazdığını da dile getirmiştir.
Kastedilen Uygur yazı dilinin, Orta Asya’da eskiden beri kullanılageldiğini başka tarihi kaynaklardan da öğreniyoruz. Ayrıca Moğol fetihleri ile devlet adabı bilen Uygurların Moğollara karıştığını ve Uygur devlet geleneği ve Uygur yazı dilinin Moğollar ile birlikte uzun süre yaşadığını biliyoruz. Öyle ki Fatih Sultan Mehmet zamanına kadar sarayda bulunan “bahşı” denen meslek gurubu, aslen Uygur dilini bilen Türklerdi ve Orta Asya’da kesin bir hükümdarlık kuran Moğollar ile haberleşmeyi sağlıyordu..
Dîvânu Lugâti’t Türk’te Bulunan Tegre.
Kaşgarlı Mahmud, Çin Seddini, Türk boyları, Türk boylarına komşu olan boy ya da milletleri (Mesela Kürt adıyla yaşayan bir Türk boyu gösterilir haritada) gösterilmiştir.
Tegrenin merkezi Balasagun kentidir. Kuzey, güney, doğu ve batı tegrede belirtilmiştir. Renkli olan haritada denizler yeşil, ırmaklar mavi, dağlar kırmızı ve şehirler de sarı renktedir. Sadece Türklerin yaşadıkları yerler değil, Türklerin çevresindeki diğer boy ve milletler de gösterilmiş ama elbette ki Türklerin yaşadığı yerler daha ayrıntılı gösterilmiştir. Buna göre tegrede geçen ülkeler şunlardır:
Batı : Kıpçaklar ve Frenkler
Güney : Hint, Sint, Çad, Berber, Habeş, Zenci
Doğu : Çin ve Japonya
Güneybatı : Mısır, Mağrip, Endülüs
Elbette bu bilgilere bakarak bu haritanın eksik olduğunu ve hatta yanlış olduğunu düşünebilirsiniz. Lakin, Kaşgarlı Mahmud bu ülkeleri gösterirken bir hata yapmamıştır veya harita eksik değildir. Kaşgarlı Mahmud, Türk ülkeleri ile ilişki içerisinde olmayan ülkeleri tegresinde göstermemiştir. Bunu da kendisi dile getirmiştir Dîvânu Lugâti’t Türk adlı eserinde.
Harita, Türk boylarının yaşadığı yerleri gösterdiği için çok önemlidir. Ama aynı zamanda Japonya’yı “Cabarka” adıyla haritada göstermiştir. Japonya’yı bir ada olarak tasvir etmiştir. Japonya’yı haritada gösteren ilk kişi Kaşgarlı Mahmud’dur (Bilinen ilk kişi). Üstelik Japonya’yı bir dünya haritasında ikinci kez gösterim, Kaşgarlı Mahmud’dan 3 asır sonra olmuştur.
Japonya dışında, Çin Seddi de gösterilmiştir tegrede. Kaşgarlı Mahmud ayrıca, bu seddin Çin tarafındaki ulusların dillerinin öğrenilmesinde büyük sorun yarattığını dile getirmektedir.
11.yüzyılda dünyanın yuvarlak olduğu Türkler tarafından bilinmekte idi..
Dîvânu Lugâti’t Türk’ü bu kadar değerli kılan, ansiklopedi olması demiştik. Bu ansiklopedi de bir de harita vardı. Harita “tegre” adıyla anılır. Bugün bu sözcüğün daha fazla bilinen hali “daire”’dir. Daire sözü Arapçadır ve “devran, dair” sözcüğü ile aynı kökten gelir. Daire sözcüğü “yuvarlak, çember” anlamına geldiği gibi “bir şeyin sınırı” anlamına ve “tekrar eden bir durum, dönen şey” anlamına da gelir. Tüm bu anlamları düşündüğümüzde Kaşgarlı haritasına “tegre” adını hem haritası çember şeklinde olduğu için hem de gezdiği daha doğrusu bildiği yerlerle sınırlı olduğu için koymuş olabilir. Tabii bunlar işin tahmin ve edebiyat kısmı. Kaşgarlı Mahmud, neden “tegre” dediğini açıklar eserinde..
Türk bilgini Kaşgarlı Mahmud, haritası hakkında bilgi verirken Türk dünyasının sınırlarını Rum ülkesinden Maçin bölgesine kadar boydan beş bin fersah, enden 8 bin fersah olarak verir ve der ki , bunların hepsinin iyi bilinmesi için haritamı yeryüzünün şekli gibi yuvarlak yaptım.. Kaşgarlı Mahmud, haritasına “Tegre” ismini mecazen ya da edebî olarak vermemiş, dünyanın yani yeryüzünün yuvarlak olduğunu bilerek vermiştir.
Dîvânu Lugâti’t Türk hakkında..
Dîvânu Lugâti’t Türk bu kadar bilgiyi izah ederken herhangi bir konu tasnifine ya da sınıflandırmaya gidilmemiştir. Dîvânu Lugâti’t Türk’ün konularına göre dizini, Türkçeye göre yeniden düzenlenmesi Türkologlarca yapılmıştır. Bugün Besim Atalay tarafında yapılan yayını genel olarak kabul görmüştür. Ayrıca Dankoff ve Kelly adlı iki yabancı Türkolog da Dîvânu Lugâti’t Türk’ü konularına göre dizinini yayımlamış ve ayrıca Dîvânu Lugâti’t Türk’ü İngilizceye tercüme etmişlerdir.
Dîvânu Lugâti’t Türk içinde şiirleri rahmetli Reşit Rahmeti Arat derlemiştir. Talat Tekin ve Zeynep Korkmaz da Dîvânu Lugâti’t Türk üzerine çalışmıştır. Ayrıca Dîvânu Lugâti’t Türk hakkında yüzlerce makale vardır.
Dîvânu Lugâti’t Türk diye bir eserin ünü kendi döneminde yayılmıştır. Üstelik eser, birçok eser tarafından kaynakça gösterilmiş, birçok eser Dîvânu Lugâti’t Türk’ten bilgiler alarak var edilmiştir. Yazarlar da bunu eserlerinde dile getirirler. Katip Çelebi, meşhur eseri Keşfü-z-zünun’da böyle bir eserden de bahsetmiştir.
Eserin varlığı bilinmesine rağmen eserin kendisi II. Meşrutiyet zamanında bir sahaf vitrininde bulundu. Bulan kişi Ali Emiri, borçla bu eseri 30 altına satın aldı. Uzun süre kimseye de göstermedi. Hazine gibi sakladı. İlk incelem ise Kilisli Rıfat Bilge tarafından yapıldı ve yayımlandı. Kilisli Rıfat Bilge, Abdullah Atıf Tüzüner ve Abdullah Sabri Karter Dîvânu Lugâti’t Türk’ü çevirdiyseler de bu çeviri yayımlanmadı. Daha sonra Besim Atalay, bu çevirilerden de faydalanarak eseri çevirdi ve metin – dizin – sözlük olarak üç cilt halinde yayımladı. Eser ayrıca Özbek Türkçesine (Salih Muttalibov tarafından ), yeni Uygurcaya ve İngilizceye çevrildi.
Dîvânu Lugâti’t Türk’ün Kaşgarlı Mahmud elinden çıkma hali elimizde değildir. Şuan Fatih Millet Kütüphanesinde sergilenen eser Muhammed bin Ebu Bekir bin Ebu’l Feth es – Savi tarafından istinsah edilmiştir.
SONUÇ
Dîvânu Lugâti’t Türk her anlamda değerli bir eserdir. Bu eserin iyi okunması, ihtiva edilmesi gerekir. Ayrıca böylesi bir aydın akademi dışına çıkmalı, gençler tarafından da bilinmelidir.
Eser, tarihimize ışık tutmakla kalmamış, bu eser yokken öğretilen tüm yanlış bilgileri de tarumar etmiştir. 11.yy sürekli bir tasavvur gibi anlatılırken Dîvânu Lugâti’t Türk bulunduktan ve anlaşıldıktan sonra tarih anlatılmaya başlanmıştır.
Kaynaklar
TDK - Dîvânu Lugâti’t Türk
İslam Ansiklopedisi Dîvânu Lugâti’t Türk maddesi, Mustafa Kaçalin
Ertan BESLİ, Eski ve Orta Türkçe İklim ve Mevsim İsimlerinin Lügatçesi (A Meteorological Glossary of Old and Middle Turkish), ACTA TURKA, Yıl V, Sayı 1, Ocak 2013 “Kültürümüzde İklim ve Mevsimler”