Fyodor Dostoyevski Kimdir?
20.yy düşünürlerine ilham olmuş, hakkında Freud’un dahi makaleler yazıp ruh halini çözmeye çalıştığı Dostoyevski’nin hayatı ve eserlerini anlatacağız..
Tolstoy gibi bir düşünür, aydın ve zamansız eserler veren bir yazarı, Dostoyevski’yi, överken, yine Rus edebiyatının kült romanlarının yazarı ve döneminin en saygın edebiyatçısı olan Puşkin ile onu kıyaslayıp Dostoyevski’yi, Puşkin’den üstün tutması, her zaman Dostoyevski için bir övünç kaynağı olmuştur. Hayata Tolstoy gibi bir kont olarak gelmemiş ya da hiçbir zaman Turgenyev gibi zengin olamamış; Puşkin kadar şanslı ve dergicilik konusunda başarılı olamamıştır. Dostoyevski, tam anlamıyla cehennemi bu dünyada yaşayanlardandır. Bu bakımdan da eserleri de cehennem gibidir. Ünü ve saygıyı ölümüne 1 sene kala elde eden Dostoyevski’nin hayat hikayesi o kadar inişli çıkışlı ki zaten sadece bu hayatından ciltlerce romana konu çıkar. Biz de sözü daha fazla bulandırmadan Dostoyevski’yi anlatmaya başlayalım, daha doğrusu buna çalışalım..
Fyodor Dostoyevski Dostoyevski’nin Hayatı
Tam adıyla Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, 11 Kasım 1821 tarihinde Çarlık Rusya döneminde dünyaya gelmiş ve 9 Şubat 1881 yılında, ölümünden birkaç hafta sonra Çar’ın bombalı saldırıya uğradığı zamanlarda hayata gözlerini yummuş. Tam 60 yıl bu dünyada koşmuş, ağlamış, gülmüş, nefes almış..
Dostoyevski’nin babası soylu bir askerî doktordur. Cerrahtır ve görevinden emekli olduktan sonra Dostoyevski’nin de doğacağı Moskova’da bulunan Mariinskiy hastanesinde gönüllü olarak çalışmaya başlar. Mihail Dostoyevski çok zengin bir adam değildi ama asla fakir bir adam da değildi. Yaklaşık bin köylünün efendiliğini yaptığı bir köyü vardı ama kendisi Moskova’da yaşamayı tercih ediyordu. 5 çocuk babası idi ve özellikle Dostoyevski’nin de anlattıklarına bakılırsa sinirli, aşırı disiplinli, sarhoş ve sevgisiz bir adamdı. Kanımca, bir hastanede bedava olarak yoksulları tedavi eden bir adamın kendi evinde aşırı disiplinli ve sevgisiz olması bir çocuğun, babasının hayal ettiği gibi birisi olmamasından mütevellit duyduğu hayal kırıklığı ile yazdığı bir durum da olabilir. Aksi durumu kanıtlayan pek çok durum olduğu gibi; bu durumu da kanıtlayan pek çok durum mevcut. Mesela Mihail Dostoyevski, çocuklarının eğitimine titizlenen bir baba, her akşam yemeği öncesine çocuklarına bir şiir ya da romandan bir parça okutması, çocuklarına kendisinin Latince dersi vermesi ve Fransızca öğrenmeleri için de çok iyi bir hoca tutması bu duruma bir örnek. Sorun, Dostoyevski’nin babasının tüm bunlarıonlara zorla yaptırması..
Dostoyevski’nin annesi Mariya, aşağıda verilen kaynakların büyük kısmında bir tüccar kızı olarak geçer ama aynı zamanda Dostoyevski’nin babasının, annesini bir ücret karşılığı satın aldığı da yazar. Dostoyevski’nin annesinin evde pasif, her şeyi alttan alan bir yapıda olması, sürekli hasta ve ciddi anlamda çocuklarına mutluluk veremeyecek kadar mutsuz olması bu durumun bir sonucu olabilir. Sonuçta Dostoyevski, ebeveynler bakımından şanslı azınlıktan değildi. Bu durumun da sancısını çekti, ona aileden gelen en büyük destek kardeşi Mihail oldu. Beş kardeşten Mihail ve Dostoyevski’nin bağının çok farklı olduğunu, Dostoyevski’nin ağabeyi ile hep hayali olan Avrupa’ya birlikte gitmesinden ve ondan hep sevgiyle bahsetmesinden anlayabiliriz.
Dostoyevski’nin babasının gönüllü olarak gittiği hastaneye sık sık gidip oradaki hastalarla hasbihal ettiğini biliyoruz. Zaten ilk öğretimini de Moskova’da geçirmişti. İnsanların, özellikle hasta ve yoksul insanların hayatlarını dinlemek, Dostoyevski’nin ilk lanetiydi zannımca.
Üniversiteye gireceği zaman annesinin verem hastalığı yüzünden öldüğünü öğrendi. Eşinin ölümüyle kendisini daha çok içkiye veren babası da efendisi olduğu köye yerleşti. Dostoyevski de Petersburg Mühendislik Okulu olarak adlandırılan çok ama çok sıkı bir yönetime sahip olan okula gönderildi. Dostoyevski, babasının ölüm haberini bu okuldayken, kardeşi Mihail ile mektuplaşırken öğrendi. Babası, kimi kaynaklara göre öylesine gaddar bir adamdı ki emrindeki köleler ve köylüler tarafından feci şekilde öldürüldü, kim kaynaklara göre de kalp krizi geçirdi. Her ne olursa olsun 1839 yılında, Dostoyevski daha 18 yaşındayken babasının ölüm haberi alarak ilk ciddi epilepsi nöbetini geçirmiş oldu. Ayrıca mesnetsiz bir şekilde babasının ölümünden kendisini sorumlu tuttu; onun ölmesini düşündüğü için öldüğüne inanıyordu ve depresyon ile tanışması da bu mesnetsiz düşünce ile oldu. 18 yaşında, aşırı disiplinli bir mühendislik okulunda, hiç mühendis olmamak üzere yetişirken babasını ve annesini kaybetti; aynı anda epilepsi ve depresyon ile tanıştı..
Dostoyevski, okulunu bitirdikten sonra mesleğini yapmak üzere asteğmen olarak atansa da istemediği bu mesleğe ancak 1 yıl dayanabilirdi. Çünkü hem askerlikten nefret ediyor hem de mühendis olmak hiç ama hiç istemiyordu.. Tıpkı Oğuz Atay gibi..
Dostoyevski, yazar olmak istiyordu, asker ya da mühendis değil.. Bu bakımdan yazar olma kararından sonraki hayatı, edebî dünyası ile iç içe olacaktır; biz de bu durumda ikisini bir işlemeye başlayacağız.
Dostoyevski’nin Edebiyat ile Tanışması
Dostoyevski, 25 yaşında, takvimler 1846 yılını gösterdiğinde ilk kurgusal romanını yazdı : İnsancıklar. Bu eserini yazdığı zaman yayınlamak istememiştir. Bu bakımdan, edebiyat kulislerinde bu yayınlanma öyküsünün nefes kesen bir hikayesi vardır: İnsancıkların karamaları, dönemin Rus şairlerinden Nekrasov’a yine Dostoyevski tarafından verilmiştir. Akşam verilen İnsancıkların karamalarını, aynı gece Nekrasov, ağlamaktan şiş gözleri ile Dostoyevski’nin evine getirir. Ona bu eserinin muhteşem olduğunu bu eseri mutlaka Belinski’nin de görmesi gerektiğini söyler. Şimdiki saçma kitap pazarından önce, yazarlar ya da yazar / şair olmak isteyenler, sıkı bir eleştirmen denetimden geçerdi. Eleştirmen, beğenmediği ya da edebiyat dünyasında olmasını istemediği bir yazarı – şairi ve onun eserini o kadar yererdi ki o şair ya da yazar bir daha bir tek kelime dahi yazamazdı. Bir eser, hem yayınevi sahibinin beğenisinden geçmeliydi hem de eleştirmenlerin. Zaten yayınevleri de eleştirmenlerin sevmediği ya da bakmadığı romanları, şiirleri, öyküleri basmazlardı. Şimdiki gibi iki satır karalayan herkes yazar değildi. İşte Belinski de Rusya’nın en önemli eleştirmeni. Onun beğenmesi demek herkesin beğenmesi demek. Sabah, gün ışıyınca Nekrasov ile Dostoyevski; Belinski’nin kapısını çalar ve Nekrasov İnsancıklar eserini ona taktim ederken “Yeni bir Gogol” doğuyor der. Gogol, o zamana kadar ki en önemli ve en büyük yazar. Bu lafa oldukça kızan Belinski ona “Zaten size kalsa Gogol’lar mantar gibi yerden biter” diyecek İnsancıklar romanını okuduktan sonra bu lafını yutacaktır.
Dostoyevski gelecek vaad ediyordu. İnsancıklar romanında işlediği öksüz kız – yaşlı adam aşkı ve bu aşkın etrafında dönen yoksul ve ezilen halk ara teması; halk tarafından çok sevildi. Eleştirmenlerden tam not alan ve her defasında övgü dolu sözlerle adından bahsettiren her yıl bir roman yazarak ard arda şunları yayınladı : Öteki (1846), Ev Sahibesi (1847), Beyaz Geceler (1848).
Öteki adlı romanında çift kişilikli bir memurun, kendisi hariç diğer kişiliklerinden kurtulma isteği işlenirken; Ev Sahibesi adlı Gogol tarzına öykündüğü uzun öyküsünde Ordinov adlı karakterin insandan uzak ve bilime adanan ömründe aşkı keşfetmesi anlatılır. Beyaz Geceler adlı romanda ise aşırı hayalci bir adamın dört günlük aşkı konu edilir. Bu üç roman, asla İnsancık romanın gördüğü ilgiyi görmemiştir. Hatta İnsancıklar romanını öve öve bitiremeyen Belinski, bu üç romanla çok kötü bir şekilde dalga geçmiş, küçük görüp aşağılamıştır. Zaten kırılgan ve hassas bir ruha sahip olan Dostoyevski, bu eleştirileri kaldırmamış ve uzun bir depresyona girmiştir. Hatta bu yüzden hasta olmuş ama yine de en büyük tutkusu yazmaktı ve hiç bırakmamıştır.
1848 yılında Beyaz Geceler adlı romanından hemen sonra Bir Yufka Yürek adlı uzun öyküsü geldi. Bu öykünün de konusu işi ve patronun aşırı bağlı bir adamın, nişanlandıktan sonra işini ve patronun ihmal ettiği düşüncesidir. Bu öyküsü ile itibarını biraz toplayan Dostoyevski, yine de İnsancıklar ile yakaladığı ilk başarıyı yakalayamadı. Edebiyatı bırakmak niyetinde idi, çıkış yolu olarak politikayı gördü.
Dostoyevski ve Politika
Tarihler, I. Nikola’nın dönemi idi. 1849 yılında Dostoyevski, Çarlık yönetimine karşı olan Tetrashevski yani Liberal gençlerin olduğu bir grupta idi.
Politikayla ilgilenen Dostoyevski, politik şiirler kaleme almaya başlar.. Dostoyevski, sıkı bir Rus milliyetçisidir ve Hz. İsa’nın dahi Rus olduğunu düşünecek derece bu durumu sorun etmiştir. Kişilik olarak her şeyi en uç noktada yaşayan bir adam olan Dostoyevski’nin zaten böyle bir konuda da mantıklı ve orta yolcu bir düşünme tarzına sahip olması beklenemezdi.
Aynı yılın 23 Nisan gecesi, kapısı askerlerce çalınan Dostoyevski’nin tüm yazıları bir anda toplanır ve kendisi de apar topar zifiri bir hücreye atılır. Tam dört ay boyunca hiç kimse ona neden bu hücrede olduğunu söylemez. Hastalıklı ve takıntılı bir adam bir adam olan Dostoyevski, zaten dört ay boyunca ruhen yıkılmıştı.
Tam dört ay sonra, askerler ona neden bir hücrede olduğunu söylerler. I. Çar’ı yeren bir şiir kaleme almıştır. Suçu sabit olup cezası idamdır! Dostoyevski, yazdığı bu şiir yüzünden öldürülecektir, hem de kurşuna dizilerek.. Üstelik yalnız da değildi; çok sevdiği ağabeyi ile birlikte 8 arkadaşı da vardı.
Üçlü üç kişilik gruplar halinde idam mandasının önüne çıkarılan Dostoyevski, tam idam edilecekken Çar’ın müthiş (!) alçakgönüllülüğünden ve yüce affediciliğinden (!) faydalanarak idam edilmez. Çar, tam idam mandası nişan almışken bir haber göndermiş ve bu devrimcilerin cezalarını idamdan kürek cezasına çevirmiştir. Dostoyevski, yazdığı bu şiir yüzünden idam edilecekken affedilmiş ama cezası 4 yıl kürek mahkumluğuna, 6 yıl zorunlu askerliğe ve bir daha St. Peterburg ile Moskova’ya girememe cezasına çevrilir.
Dostoyevski’nin Sibirya Sürgün Yılları
Kürek mahkumu olmak demek, dünyanın en soğuk yerlerinden birisi olan Sibirya’da -40 derecede kar küremek, mermer kırmak demek. Üstelik ayakları zincirlenmiş halde. Dostoyevski’nin saçları traş edilir, ayaklarına demir zincirler (prangalar) vurulur ve 1859 yılına kadar mermer kırarak hayatını devam ettirir. Tüm bu zaman boyunca okumasına izin verilen tek kitap İncil olmuştur. Cezasının ikinci kısmında zorunlu hizmet dönemi başlar ve Semipalatinsk adındaki şehirde bulunan askeri kışlaya er olarak verilir. 1854 yılında başladığı bu ceza görevinde 3 yıl sonra subaylığa kadar yükselir ve hayatı boyunca pişman olacağı mutsuz bir evliliğe burada razı olur. İlk eşi Mariya ile evlenir. Mariya, subay eşinin ölümünden sonra Dostoyevski ile evlenmiş, hasta bir kadındır. Dostoyevski, Mariya ile ona acıdığı için evlendiğini söyler; Mariya ise Dostoyevski’yi ilk gördüğü zaman onun “zavallı ve kafası karışık, endişeli, yalnız, aciz, asabi ve neredeyse hasta” gibi göründüğünü söyler.
Sürgün ve ceza bitince Dostoyevski, Moskova’ya yakın ama küçük bir yerde kalmaya başlar. Tarihler 1859 yılını gösterir. Kardeşi ile birlikte özür kalan Dostoyevski, yayın hayatına dergi ile devam etme kararı alır. Yaşı henüz 38’dir, ölümden dönmüş, Sibirya’da kürek mahkumu olmuş, nefret ettiği askerliği yapmak zorunda kalmış, neredeyse hiç kitap okuyamamış ve acıdığı için kendisini hasta diye nitelendiren bir kadınla evlenmişti. Üstelik kendisinin olması gereken iki büyük şehre girme yasağı vardı.. Sürgün günlerini de Ölüler Evinden Anılar adlı romanında işleyecekti.
Dostoyevski’nin Dergicilik Hayatı
Sürgün hayatı biten Dostoyevski, 1859 yılında abisi ve ortak arkadaşları N.N. Strahvoov ile birlikte ZAMAN ve DÖNEM adlı dergileri çıkarmaya başladı. Bu dergiler, ilk dönem yazıları gibi muhalif değil; aksine Slavcı düşünceyi destekleyen dergilerdi. Dergiler sayesinde maddi durumu düzelmişti. Sürekli Çar’a övgüler sunan yazılar kaleme alıyordu.
Bu dönemde konusu kölelik olan Ölü Evinden Anılar adlı romanını ve Ezilenler adlı romanın yazar. Ezilenler romanı, Dostoyevski’nin en başarılı romanlarından biri sayılır. Roman kahramanı Vanya, yoksul ama başarılı olmayı hedefleyen genç bir yazardır; Vanya ile Dostoyevski’nin kişiliği oldukça benzer. Roman, Vanya’nın Nataşa ile olan karmaşık aşk ilişkisini anlatır; bu aşk ilişkisinde ihanet, hayal kırıklığı vardır. Dostoyevski, Ezilenler romanı ile yeniden yazar olarak bir yerlere gelmektedir.
Bu arada sara nöbetleri artarak devam etmektedir; bu durumda doktorlar ona kısa süreli bir seyahate çıkmalarını önerir.1863 yılında Dostoyevski, Fransa – İngiltere – İtalya’yı kapsayan 1 yıl sürecek ve hep hayalini kurduğu Avrupa seyahatine ağabeyi Mihail ile çıkar. Dostoyevski, Rusya’da ünlü bir yazar olsa da Tolstoy gibi Avrupa’da tanınan birisi değildir. Sıradan bir insan olarak çıktığı seyahatte kumara saplanıp kalır ve kumar borçları ülkesine geri döner. Bu arada, Rusya’da da kumar borcundan dolayı alacakları onu beklemektedir. Bu aşamada Dostoyevski’nin maddi durumu iyice bozulur; 1864 yılında da karısını ve ağabeyini yakın zamanlarda kaybetmiştir. Bir yandan borçlar, bir yandan çok sevdiği ağabeyin kaybetmesi onu hem derin bir depresyona hem de müthiş bir çaresizliğe sürükler.
En önemli eserlerini yazdığı zamanlarda Dostoyevski..
Dostoyevski, uzun bir süre yayınevlerinin verdikleri avanslarla yaşar ama son ana kadar herhangi bir roman yoktur ortada. Yayınevleri onu o kadar çok sıkıştırır ki tam 29 günde Kumarbaz adlı eserini kaleme alır. Tarihler 1867 yılını göstermektedir. Bundan bir yıl önce de meşhur Suç ve Ceza adlı romanını kaleme almıştır. Ardından, onu edebiyat dünyasında efsane yapacak romanları ard arda gelir: Budala (1868), Cinler ( 1872) ve Delikanlı (1875). Bu arada, işlerini daha iyi yapmak ve çok daha hızlı yazmak için 20 yaşındaki sekreteri Anna Grigoriyevna Snitkina’yı işe alır. O zamanlar 45 yaşında olan Dostoyevski, Anna ile evlenir. Bu evliliklerinden bir kızları olsa da kızları doğduktan birkaç ay sonra ölür; bu durum Dostoyevski için travmatik bir durumdur ve yine uzun bir depresyon dönemi onu beklemektedir.
Ölümüne üç aya kala, o zamana kadarki yazıları arasında ustalık eseri olarak gösterilecek Karamazov Kardeşler adlı romanını yazdı. 3 yılda biten bu romanı değildi aslında ona nam veren. Ölümünden bir yıl önce Puşkin heykelinin açılışında konukların arasında sürekli borç para istediği yazar Turgenyev ve usta yazar Tolstoy’un olduğu bir kalabalık önünde öylesine etkileyici bir konuşma yapar ki hayatı boyunca hiçbir mektubuna cevap vermeyen Turgenyev bile konuşmanın sonunda ona sarılıp ağlar. Halk onu bir nevi peygamber olarak görür. Bir yıl, o çok istediği ünü yakalar, ustalık eseri Karamazov Kardeşler'i yazar ve bu romanını bitirmesinden 3 ay sonra 9 Şubat 1881 yılında 60 yaşında hayata gözlerini yumar.
Dostoyevski’nin Edebî Kişiliği
Dostoyevski, 60 yıllık hayatı ve otuz küsürlük yazın hayatı boyunca 12 roman, 20 kısa öykü, 2 tane de edebî olmayan yazı kaleme almış ve iki dergi yönetmiştir.
Yazarın tüm eserleri aynı beğeni ile karşılanmadı; her zaman aynı kalitede romanlar yazmadı. Dostoyevski’nin eserlerinden çok tanınanları ve övgü alanları: İnsancıklar, Ölü Evinden Anılar, Suç ve Ceza, Kumarbaz, Budala, Cinler ( Encinler ), Delikanlı ve Karamazov Kardeşler.
Bu eserlerinde Dostoyevski’nin en çok ilham aldığı yine kendisidir. Kumarbaz, romanında kumar büyük bir tutkuyla anlatmasının nedeni kendisinin de bir kumarbaz olmasıdır. Karamazov Kardeşler romanındaki baba figürü kendi babasından başkası değildir. Suç ve Ceza romanında Raskolnikov’un geçirdiği sara nöbetlerini bu kadar gerçekçi anlatmasının en önemli nedeni kendisinin çok şiddetli sara nöbetleri geçiren birisi olmasıdır. Zayıf kadınları, erkekten dayak yiyen ya da ezilen kadınları bu kadar iyi tasvir etmesinin en önemli nedeni, annesinin bu tür bir kadın olmasıdır. Kısaca, Dostoyevski, doğuştan harika bir anlatıcı olabilir; yazmaya yetenekli olabilir ama onun hakkındaki en önemli ayrıntı, yazdıklarının çoğunu yaşamış bir adam olmasıdır. Romanlarındaki gerçekçi tasvirlerinin en önemli nedeni, kendisinin bunları yaşamış olmasıdır.
Tematik açıdan bakarsak, Dostoyevski edebiyata ne getirmiştir diye sormalıyız. Dostoyevski romanlarında herhangi bir kahramanına daha fazla önem vermez; her kahramanı eşit ölçüde önemlidir. Evet bir ana kahraman vardır ama en az ana kahraman kadar güçlü diğer kahramanlar da vardır. Ayrıca her romanında hayatı sorgulayan bir yanı vardır. Hayata salt acı ya da salt üzüntü olarak bakmaz; hiçbir kahramanına da öyle baktırmaz. Aksine, duygu festivali yaşatır. Bazı edebiyatçılar buna çok sesli roman der; eğer böyle bir adlandırma varsa bunun en güzel örneklerini Dostoyevski vermiştir kanımca.
Dostoyevski’nin işlediği temalarda aşk, ihanet, delilik, kumar, kölelik, aile bağları vardır. İşlediği temalar, gerçekçi anlatımıyla birleşince müthiş bir roman keyfi oluşturuyor. Hayatı cehennem gibi olan bir edebiyatçının cehennemi yazması okuyucuyu kontrollü bir kaosa sürüklüyor. Tolstoy her ne kadar aklı başında ve kontrollü bir yazarsa Dostoyevski o kadar bağımsız ve maceraperest..
Kaynaklar
İhsan Akay - DOSTOYEVSKİ - HAYATI VE ESERLERİ, Varlık Yayınları
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski – Suç ve Ceza ( Çeviren : Ergin Altay), İletişim Yayınları
Birsen Karaca - RUS EDEBİYATININ AÇILIMLARI – Kavis Kitap
Stefan Zweig – Balzac – Dickens – Dostoyevski Üç Büyük Usta ( Çeviren : Nafer Ermiş ), Türkiye İş Bankası Yayınları