Harf Devrimi Nedir?
Harf devrimini anlatmadan önce neden harf devrimine ihtiyaç duyduğumuzu anlamak için Osmanlı zamanındaki eğitime ama en önemlisi eğitim diline bakacağız. Daha sonra adım adım harf devrimini, devrimin amacını ve bu amaca ne kadar yaklaştığını anlamaya çalışacağız.
Yenilik İhtiyacı Ne Zaman Hissedildi?
Bir harf ihtiyacının hissedilmesi 1850’li yılların başında gerçekleşmiştir. Bu yıllarda Osmanlı aydın çevresinde edebiyat, sanat ve kültür alanında bir farkındalık vardır. Bu farkındalık 1862 yılında Osmanlı’da basın hayatının başlaması ile gündeme taşınmıştır; çünkü bu yıllarda gazete ve dergiler ortaya çıkmıştır. Gazetelerin ortaya çıkmasındaki amaç, halkı olup bitenden haberdar etmek olduğuna göre bu gazetelerin de bir dili olması gerekiyordu. Peki, toplumunun %80’den daha fazlasının okuma – yazma bilmediği Osmanlı, nasıl gazete çıkaracaktı? Okuma – yazma bilen kişilerin arasında okuma derecesi bu kadar farklı iken nasıl bir birlik sağlanacaktır? Gerçek anlamda basın, amacına ulaşabilecek miydi? Bu sorunları dile getiren kişi, yeniliklerin öncüsü olarak bilinen İbrahim Şinasi’dir. O, halkın anlayabileceği bir dilde yazmayı öne süren ilk kişidir. O, bir öncü olarak süslü ve ağır yazı yazma geleneğini yıkmıştır.
Osmanlı zamanında okuma kültürü sorununu daha iyi anlamak için durumu günümüz ile kıyaslamaya çalışalım..
Bugün, Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde, Osmanlı dönemindeki eserleri okumak için belirli bir eğitim verilir. Bu eğitim 4 yıl boyunca sürer. Özellikle Osmanlı Türkçesi adındaki Arapça ve Farsça dersleri de verilir. Bazı sözcüklerin hem Arapçası hem Türkçesi öğretilir. Bunun nedeni eski kültürde yazıların sadece kendileri gibi olan bir kitleye yazılmasıdır. Aydınlar, birbirleri ile yarış halindedirler. Böyle bir kültürü okuyup anlamaya çalışan öğrenci, mezun olduktan sonra önüne gelen her metni tam olarak okuyamaz. Modern zamanda bu bölümden mezun olan insanlara Osmanlı döneminde sık kullanılan sözcükler verilir, eserler taramadan geçirilir. Öğrenciler önlerine gelecek eser hakkında az çok fikir sahibi olmalarına rağmen metinleri bazen hiç okuyamazlar. Osmanlı dönemindeki eğitimde böyle bir şans dahi yoktu. Okuyucu, önüne gelen metni daha önce görmemiş olurdu ve eğer yazar Arapça ya da Farsça sözlüklerin en dibinden sözcük çıkarabilirdi, okuyucu eğer bu sözcüğü daha önce bilmiyorsa mecburen sözlükleri karıştırırdı. Yani Osmanlı zamanında bir alim olabilmek için Arapça, Farsça ve Türkçe bilmek şarttı. Arapça ve Farsçayı ne kadar bilirse o kadar alimdi kişi. Hal böyle olunca aydınlar arasında bile bir anlayış sıkıntısı ortaya çıkıyordu. Peki bu durumda basın kime hitap edecekti? Aydın kesimin zaten hepsi devlet ile alakalı idi. Bir aydın zinciri oluşmuştu. Bir aydın oğlu da o kültürde bir aydın olarak yetişiyordu. Gazete ve dergi muhakkak halk için olmalı idi. Ama okuma yazması orta düzeyde olan halk için basın ne kadar faydalı olabilirdi? Bu faydayı daim ettirmek ya da arttırmak için ne yapılabilirdi?
Bir yenilik şarttı ama bu yeniliğin bir sorundan kaynaklandığı belliydi. Öyleyse o sorun neydi?
Tüm bu soruların ana nedeni olarak alfabenin karmaşık olmasını gösteren fikir adamlarımız da vardı. Bunlar genelde Avrupa’yı ziyaret etmiş insanlardı. Orada çocukların 1 yılda okuma yazmayı söktüklerini görüp Osmanlı eğitiminde neden 7 yılda anca okuma – yazma söktüklerini sorguladılar. Sorun alfabenin karmaşık ve Türkçe dil yapısına uygun olmaması idi. Suç alfabedeydi diyen kısım, 500 yıldan daha eski, İslamî kültür dairesinde Orta Asya’da bulunan Türk devletlerinin de kullandığı alfabeye ne yapabilirdi? İki yol önerildi:
Arap alfabesini bırakıp Latin alfabesine geçelim.
Yazımızı değiştirmeyelim ama Batı tarzı eğitim için alfabemizde değişiklik yapalım.
Alfabemizde yenilik düşünenler, “İslah-i Hurufçular” adıyla anılmaktaydı. Aynı hezeyan, Rusya ve İran topraklarındaki Arap alfabesi mağdurlarında da gelmekteydi.
Yani, bizde alfabe tartışması Tanzimat döneminden başlamaktadır ve bu dönemde de Latin alfabesine geçme fikri vardır. Yalnız gelecekteki çalışmalarda bir ortak nokta vardır: Latin alfabesine geçiş, her dönemde radikal bir değişim olarak görülmüştür.
Münif Efendi ve Arap Alfabelerin Yenilik Fikri
Münif Efendi, 1 Mayıs 1862 yılında aynı zamanda kurucusu olduğu Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin toplantısında Arap alfabesini iyileştirme fikrini ortaya atmıştır. Münif Efendi’nin Osmanlı Türkçesinin yazı ve imlasındaki problemleri şu şekilde sıralamıştır:
- Hareke kullanılmayan Osmanlı yazı sisteminde birden fazla şekilde okunabilen sözcüklerde sorun yaşanmaktadır.
Açıklama: Hareke sistemi, Arap imlasının bir özelliğidir. Arap alfabesinde birden fazla sesi karşılayan ünlü harfler vardır.
Örneğin “vav” sesi ünlü sesler için o, u, ü, ö anlamlarına, ünsüz sesler için “v” anlamına gelmektedir. Yani Osmanlı Türkçesinde içinde “vav” sesi olan bir sözcükte bu ses beş farklı sesi dile getirmektedir.
Aşina olan, özellikle Türkçe olan sözcüklerde bu pek de sorun değildir ama tanınmadık yeni bir kelimede sadece “vav” sesini yazmak büyük sorunlara neden olmaktadır. Hareke bunu önler. Hareke sisteminde “vav” sesinin üzerine kastedilmek istenen bir işaret konur; mesela eğer “vav” sesi üzerine “ötre” harekesi konursa bu “vav” sesi ya u ya da ü olarak okunur. Zaten kalınlık – incelik uyumu vardır. Bu bakımdan tahmin daha da kolaylaşır.
RESİM 1: Osmanlı Döneminde kullanılan ve az da olsa kendi dilimize uydurmaya çalıştığımız alfabe. Görüldüğü gibi alfabe, başta, ortada ve sonda ayrı yazılmakta ve bazen bir harf, birden fazla ses karşılayabilmektedir.
- Harfler, kitap basımına uygun değil. Avrupa devletlerinde bir kitap basmak için 30 harf yeterken bizde bunun 3 – 4 katına ihtiyacı vardır
RESİM 2: Hareke sistemi
- Bir harfin birbiri ile alakasız 5 ses anlamı olabilir. Bu da anlam karmaşasına neden olmaktadır.
- Özel isimler, cins isimlerde ayırt edilemez haldedir.
- Dilimizde Arapça ve Farsça terkipler, tamlamalar çok fazladır.
- Dilimizde Arapça, Farsça çok fazla terkip olduğu için çocukların okuma yazma öğrenmeleri zordur.
II. Meşrutiyet Dönemindeki Çalışmalar
İkinci Meşrutiyet yoğun bir baskı döneminden sonra ortaya çıkan kısmen özgürlük ortamı sağlamıştır. Bu aşamada, harf devrimi ya da iyileştirmesi hakkındaki görüşler daha da hız kazanmıştır. Bir taraf harfleri iyileştirme taraftarı iken bir diğer taraf ise harflerin tamamen değiştirilip direk Latin alfabesine geçilmesi taraftarı idi. Bunun yanı sıra bazı aydınlar, alfabe değişikliğinin İslam dünyasından kopmak demek olduğunu ileri sürerek herhangi bir değişimi kabul etmiyorlardı. (=Açıklama: Türk dünyası, Karahanlı Devleti ile Arap alfabesini kullanmaya başladılar ve İslami yazı dili bu dönemde Arap alfabesi ile birlikte gelişti. Şuan tarihi Türk İslami yazı dili denilince akla Arap alfabesi ile yazılan Türkçe ve konusu İslamiyet ile ilgi olan eserler gelmektedir.)
Alfabe tartışmalarında Latin alfabesine geçme fikrini benimseyen bazı aydınlarımız şu şekildedir:
- Hüseyin Cahit
- Yunus Nadi
- Falih Rıfkı
- Abdullah Cevdet
- Celal Nuri…
Alfabe tartışmalarında mevcut alfabenin korunmasından yana bazı aydınlarımız şu şekildedir:
- Halit Ziya
- Ali Canip,
- İbrahim Gövsa
- Ali Seydi
- Fuat Köprülü
- Zeki Velidi Togan…
Harf Devrimine Karşı Olan Kitlenin Görüşleri
Harf devrimine karşı olan aydınlar genel olarak Latin alfabesine geçilmesine karşı idi, onlar da harflerde belirli değişimler yapılmasına karşı çıkmadılar. Latin alfabesine karşı çıkan aydınların bu konudaki fikirleri şunlardır:
- Osmanlı Türkçesi tamamen Arap imlasını ve yazımını almamıştır. Arap alfabesi 28, Fars alfabesi 23 harften oluşur. Osmanlı Türkçesi ise 32 harften oluşur. Bu görüşü savunan Ali Seydi, ayrıca bunu kanıt göstererek Arap alfabesinin Türkçeye zaten uydurulmuş olduğunu söyler.
- Arapçanın Sami dil grubuna mensup olması Türkçenin ise tamı tamına zıt olan Altay dil ailesine mensup olması Arap alfabesini kullanmamıza engel değil. Gerekirse ufak tefek değişiklikler yapılır. Bazı işaretler eklenip bazı işaretler çıkarılır.
- Batı medeniyetine dahil olmamız ile Latin alfabesini kabul etmemiz arasında bir bağlantı yoktur.
- Latin harfleri ile devrim arasında bir bağlantı yoktur.
- Halkın “cahil” kalması okulsuzlukla ve öğretmensizlikle ilgilidir. Eğer yeteri kadar öğretmen ya da okul olmazsa Latin alfabesine de geçsek halk cahil kalacaktır.
Osmanlı Döneminde Latin Harflerinin Kabul Edilmesini İsteyen Aydınların Görüşleri
Bu dönemde önemli dört görüş vardı:
- Mevcut dil ve alfabe ile devam edilsin diyenler
- Arap alfabesi ıslah edilsin diyenler
- Dilin sadeleştirilmesini savunanlar
- Alfabe değişsin diyenler
Mevcut dil ve alfabe ile devam edilsin diyenlerin görüşlerini ilk bölümde maddeler halinde verdik, dilin sadeleştirilmesini savunan grup Yeni Lisan hareketinin öncüsü olan Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan gençlerdir. Bu konuyu “Yeni Lisan Hareketi Nedir” adlı yazımızda işlediğimiz için diğer konuya geçiyoruz.
Osmanlı döneminde Latin alfabesinin kabul edilmesini destekleyen aydınların görüşleri şu şekildedir:
- Önce şunu söylemek gerekir. Orta Asya’da bulunan Türklerle aramızdaki bağlantıyı sağlamak için onlarla alfabe birliğini isteyen yazarlar da vardı. Bunlardan birisi Hüseyin Kazım idi.
- Arap alfabesinin yetersiz olduğun ileri süren ve Latin alfabesinin kabulünü isteyen grubun içinde Ali Haydar Bey de bulunmaktaydı ama o da halkın böylesi bir değişime vereceği tepkiden endişe etmekteydi
- Eğitim işinde dil bir araçtır, amaç değildir. Buna rağmen Osmanlı Türkçesinin içine gerçekten de çok fazla yabancı unsur karışması ve Arap alfabesinin kullanılması yüzünden mektep eğitimini yarım bırakan çok çocuk vardır. İşin daha kötü yanı okuma - yazmayı söken çocuklar da çoğu zaman yanlış yazmakta ve okumaktadır.
- Eğer dil araçsa en kolay ulaşılabilen aracı almamız gerekir.
- Arap alfabesini kendi dilimize tam olarak uyarladığımız söylenemez. Özellikle askeri alanda telgraflarda yer isimlerin yazımı ve okunması büyük sıkıntıdır. Enver Paşa dahil pek çok komutan bu konudaki sıkıntılarını dile getirmiştir. Hatta Enver Paşa Arap alfabesini bitişik değil ayrı yazmayı deneyerek bu sıkıntıyı aşmaya çalışmıştır.
- Telgrafın icadı büyük bir devrimdir ama maalesef bizim Telgraf alfabemiz, Mors alfabesine göre çok ama çok yavaştır. Bu da herhangi bir savaş ya da olağanüstü hal durumunda çok büyük bir sorundur.
- Türkçe, sesli harfleri kullanan bir dildir; Arapça gibi yalnızca sessiz harflerle işlemez. Arap alfabesinde bu yüzden sadece uzun ünlüler gösterilir, biz de Arap imlasını aynen almışız. Ama bu da sadece sessiz harflerle yazılan bir Osmanlı Türkçesi imlası getirmiş bize. Örneğin, “geçmek” filini sadece “g,ç,m,k” şeklinde yazdık. Bu da yanlış okumalara neden oldu. Sadece “g,çm,k” diye yazılan fiil; göçmek, geçmek şeklinde okunabilirdi. Bu bakımdan özellikle askeri alanda yer tayin etmede komutanlar sıkıntı yaşıyordu. Aynı durum devlet işleri için de geçerli idi. Oysa ki bütün sesli harfleri göstere Latin alfabesinde böyle bir sıkıntı yok.
Osmanlı Bu Tartışmaları Yaparken Latin Alfabesini Kabul Eden Ülkeler
Osmanlı zamanında süredursun Arnavutluk Latin alfabesini kabul etmişti. Üstelik Arnavutluk bu çalışmalara 1860’lı yıllarda başlamıştı. Ayrıca o zamanlar hala Osmanlı’ya bağlı olan Arnavutluk, bu isteğini Osmanlı Maarif Nezareti’ne bildirmişler ve bu kurum da bu isteğe yaygara çıkarmadan eve demişlerdir.
Ayrıca bazı Asya Türk Cumhuriyetleri de Latin alfabesine geçme girişimlerini hızlandırmıştır. Hatta Rusya Türkleri arasında Arap alfabesinin ıslahı konusunda ısrarcı olan Ahundzade Mirza Feth-Ali, Osmanlı Devleti’ni ziyarete gelip Arap alfabesinin ıslahına dair görüşlerini sunmuş ama onun bir ajan olduğu fikri öne sürülüp fikirleri pek önemsenmemiştir.
Atatürk ve Dil Devrimi
Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından olan Kazım Karabekir, dil devrimine şüphe ile bakıyordu. Hatta 1923 yılında İzmir Milli İktisat Kongresinde alfabe ile ilgili bir bildiri geldiğinde okumaya bile gerek duymamıştır.
1926 yılında I. Türkoloji Kongresi toplanmıştır. Bu kongre, tüm Türk ülkelerini ilgilendiren bir kongredir ve bu kongrede alınan karara göre Arap alfabesi Türklerin dil yapısına uymamaktadır. Bu bakımdan da tüm Türk devletlerinin ortak bir alfabede birleşmesine karar kılınmıştır; bu alfabe de Latin alfabesidir. Bu karar ise Türkiye’de yeniden bir “Dil devrimi” tartışması yaratmıştır.
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 9 Ağustos 1928 tarihinde Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Sarayburnu Parkı’ndaki eğlencesinde Latin alfabesine geçileceğini duyurmuştur. Başöğretmen sıfatı ile memleketi köy köy, il il gezip halka yeni alfabeyi anlatmış ve tanıtmıştır. Sonunda 1 Kasım 1928 yılında Latin alfabesi kabul edilmiştir.
Latin alfabesinin kabulü ile tam anlamıyla bir okuma – yazma seferberliği, eğitim seferberliği başlamıştır. Okuma – yazma oranlarındaki artış, diğer ülkeler tarafından “mucize” olarak nitelendirilmiştir.
Gerçekten de harf devriminden önce %10 civarında olan okuma – yazma oranı harf devriminden sonra 10 yıl içinde %90’a kadar ulaşmıştır. Bu, Türk halkının çalışma azmi ve Atatürk’ün cesaretinden doğan bir “mucizedir.” Atatürk’ün bu millete en büyük hediyesi dil devrimidir.
Kaynaklar
Muhammed SARI; Hatice GEDİK, TÜRKİYEDE HARF DEVRİMİ ÖNCESİNDE BASINA YANSIYAN GÖRÜŞLER, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/7 Summer 2014, p. 485-505, ANKARA-TURKEY, erişim tarihi: 09.07.2016
Ramazan ÇALIK; Ali Galip BALTAĞLU, ALMAN KAYNAKLARNDA TÜRK HARF İNKILABI VE YANKILARI ( ELÇİLİK RAPORLARI- BASIN VE DİĞER KAYNAKLAR), Ankara Ünv. Türk İnk. Ens. Atatürk Yolu Dergisi, s.27 28, Mayıs - Kasım 2001, s.263 283
Neriman TONGUL, TÜRK HARF İNKILABI, Ankara Ünv. Türk İnk. Ens. Atatürk Yolu Dergisi, s.33 34, Mayıs - Kasım 2004, s.103 - 130