Yazı Nasıl Bulundu?
Dünya insanlık tarihinde yapılmış devrimlerin ilki olan yazının icadı, insanlığın serüvenini değiştirecek bilgilerin değişikliğe uğramadan saklanmasına ve doğru bir şekilde kaydedilmesine araç olacaktı. İşte bu nedenle en büyük devrim olmaya layıktı.
İlk Bilgi Devrimi
Tarihin bu ilk bilgi devrimini ise Sümerler MÖ 3200 yılında gerçekleştirdi. Mezopotamya’da uzun süre yapılan arkeolojik kazı çalışmalarının ardından, tarihin en eski yazı tabletlerinin Sümerler tarafından yapıldığının ortaya çıkması yazıyı ilk bulan uygarlığın Sümerler olduğu bilgisini güçlendirmiştir.
İlk yazı ise MÖ 3500 yılında yazılmıştır. Belirli bir alfabesi olmayan, yazıya dökülen ilk dilin adı ise Sümerce olmuştur. Uygarlığın beşiği olan Mezopotamya’da Sümerler yoğun bir ticaret hayatı sürüyorlardı. Ticari işlemlerin fazla olması, bu işle uğraşan yöneticilerin hafızalarını zorluyordu. Tam da bu nedenden dolayı ticarete konu olan bilgileri uzun süre muhafaza edecek bir yerde depolama ve koruma ihtiyacı yazının bulunmasında ki en büyük nedendir. Yazının ilk gereksinim duyulduğu ve kullanıldığı alan ekonomik alan olduğu için, bu alanda yazılan yazıların içerikleri genelde, imza, malın hüviyeti, mal listesi, mülkiyetin belirlenmesi, malın sınıflandırılması, hesap kaydı, mübadelenin kaydı, gibi başlıklardan oluşuyordu. Yazının sonradan siyasal ve dini hayatta da kullanılmasıyla, ekonomik içeriğine ek olarak, dini ve siyasal içeriklerde eklenmiştir.
Yazının İcadı Neden Önemlidir?
Yazı insanlık tarihine, kültürüne ve daha sonraları bilim ve teknolojiye büyük katkı sağlayan bir icattır. İnsanlar yazıyı kullanarak geçmişten bugüne yaşanan önemli olayları arşivleyebilmiştir. Böylece birçok gelişmeyi nesilden nesile aktarabilmeyi başarmıştır. Geçmişle gelecek arasında önemli bir köprü görevini üstlenmiştir.
Yazının icadından sonra toplumdan topluma ve insandan insana iletişim ve ilişkiler daha kolay şekil almıştır. Ayrıca yazının icadından sonra toplumsal düzen, hukuk ve yazılı kurallar hükümlere bağlanmıştır. Toplumsal düzen sağlanmıştır. Toplumlar yazılı hukuk kuralları sayesinde yerleşik yaşamın getirdiği karmaşayı ortadan kaldırma fırsatı bulmuştur.
Peki, Yazının İlk Örneklerine Nerede Rastlanmıştır?
Daha çok tarım ve ticaretle uğraşan bir uygarlık olan Sümerler’in, Ziggurat adını verdikleri tapınaklar için ürettikleri ürünleri teslim ederken bazı işaretler koyarak, bunları hem belgelendiriyorlardı hem de kayıt altına alıyorlardı. Bu durum ilk yazı örneklerin ortaya çıkmasını sağlamış oldu. Ayrıca tapınakların ve tarım ürünlerinin varlığı ise Sümerlerin yerleşik yaşama geçmeleriyle yazının icadının aynı dönemlerde gerçekleştiği söylenebilir.
Daha sonraları Sümerce metinlere Irak’ ta, Basra Körfezi’nin yakınlarında rastlandı. Basit resimler halinde yazılan bu metinler MÖ 3500 yılından kalmıştır.
Sümerler, yazıldığında üçgen izi bırakan ve çivi şeklinde olan bir aletle, kil ve balçıktan yaptıkları tabaka plakalar üzerine yazılarını yazdılar. Çivi yazısı adı verilen bu teknik aynı zamanda ilk yazı türüdür. Sonraki zamanlarda Hititlerin ve Perslerin de kullanacağı bu çivi yazısı 419 harften oluşuyordu. Çivi yazısının varlığı, papirüsün kağıdının bulunması ile sona ermiştir.. Yazılan tabletleri fırınlarda pişirdikten sonra, güneşin altında kuruttular. Bu tabletlerin birçoğu neredeyse hiç zarar görmeden günümüze kadar ulaşmış ve tarihi belgeler olarak geçmişe ışık tutmuştur.
Görsel: Çivi Yazısı
Tabletlerde dikkati çeken en önemli ayrıntılar ise Sümer din adamlarının ekonomik işlevlerini gösteren listelerinde yer almasıydı. Özellikle altın, kumaş ve inek listeleri vardı. Sümerlerin ekonomik etkinlikleri hakkında da bilgi veren bu tabletler, Sümerlere komşu olan devletler; Persler, Babilliler ve Asurluların da çivi yazısını öğrenmeye ve kullanmaya başlamasına neden olmuştur.
Yazıyı İcat Etmek Sümerlere Neler Kazandırdı?
Yazının icadının Sümer tarihine yaptığı en önemli katkılardan biri kuşkusuz ilk yazılı hukuk kurallarını oluşturmalarıdır. Bu durum Sümerlere dünyadaki ilk Hukuk devleti olma özeliğini kazandırmıştır. Bunun yanı sıra dünya tarihine çok önemli edebi eserler bırakmışlardır. Bu eserler: Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikâyesi’dir. Sadece edebi alanda değil, fen bilimlerinde de büyük gelişmelerin yaşanmasına neden olmuş, matematik ve geometrinin temellerini atmışlardır. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi de Sümerler bulmuşlardır.
Bütün bu bilgiler ışığında akıllara şöyle bir soru gelebilir: insanlar yazıyı birdenbire mi öğrendi?
Hayır. İnsanlar Sümerlerden önce mağara duvarlarına, taşlara ve büyük kayalara yaşadıkları olayları, dönemin önemli olaylarını resmediyorlardı. Bu resimler aynı zamanda tarihteki ilk resim örnekleridir. Eski çağlardan kalma bu resimlere daha çok Fransa ve İspanya olmak üzere rastlamak mümkündür. Ancak çizilen bu resimler tam olarak yazı özelliğine sahip değildi fakat zamanla gelişme göstererek “İdeografik” adı verilen yazı şekline dönüştü.
İdeografik Yazı Nedir?
Kelimenin harfleri gösterilmeden, doğrudan anlatılmak istenen düşünceyi ifade eden işaret olarak tanımlanır. Örneğin kuş resmi aslında varlık olarak kuşu değil de “uçmak” fiilini anlatmak için yapılmıştır. Daha sonra Mısırlılar tarafından da kullanılan bu yöntem “Hiyeroglif yazısı” ismiyle kullanılmaya başlanmış, resimlerden kurtulamadığı için de alfabeye geçememiştir. Hiyeroglif yazı ilk Çinliler kullanmışlardır. Zaman içerisinde hatırı sayılır bir değişiklik gösteremeyen bu yazı şeklini Çinliler bugün de kullanmaktadırlar.
Yazının icadıyla birlikte hem ticaret hem göçler hem de etkileşimler yoluyla harfler bir ülkeden başka ülkeye, bir ulustan öteki ulusa geçerken sürekli değişim ve gelişim içindeydi.
İdeografik Yazı
Hatta yazıldığı nesneye göre bile görünüşü ve biçimi değişti. Mağara duvarlarından, taşların üzerine, taşların üzerinden,kil ve balçık tabakalara daha sonra mumlu levhalara, mumlu levhalardan, papirüse, papirüsten parşömene ve parşömenden de kağıda geçen süreçte, değişimin izlerine rastlamak mümkündür. Çünkü yazı varlık bulduğu nesneye göre şekilleniyordu. Örneğin taş üzerine yazılan yazılar dik ve dümdüz iken, kağıt üzerine yazılanlar kıvrımlı ve çok çeşitliydiler.
Yukarıda saydıklarımızın dışında yazı yazmak için başka araçlarda kullanılmıştır. Sınırlı sayıda olan bu araçları bulmak dönemin şartlarına göre hiçte kolay değildir. Bu da doğal olarak insanları sürekli bir arayış içine sokmuştur. Tek bir soru vardı insanların aklında; yazıyı nasıl ve neyle yazacağım?
İşte bu sorular insanoğlunun yazı yazmak için birçok araç bulmalarına yardımcı oldu. Bu araçlar arasında koyunun kürek kemiği, çanak çömlek parçaları, balçık yaprağı, büyük taş ve kaya parçaları, yırtıcı hayvan derileri ve ağaç kabukları gibi basit ama insanlık için büyük araçlardı. Öyle ki bazı yazarlar sırf yazı yazmak için kendi evlerindeki çanak ve çömlekleri bile kullanmıştır.
Kil Tabakalarından Papirüse Doğru
Yazı ilk icat edildiğinde günümüzdeki gibi kâğıtlar olmadığı için ağır kil tabletler ve taşlar üzerine yazı yazıyorlardı. Bu durumun getirdiği olumsuzlukları ortadan kaldırmak için alternatif nesneler arandı. Yazı, taştan daha hafif ama onun kadar dayanıklı bir nesneye yazılmalıydı. Önce tunç üzerine yazmayı denediler. Genellikle saray ve tapınakların süslemesinde kullanılan tunç yazılı levhaları varlığı bugün de mevcuttur.
Daha sonra papirüs kullanılmaya başlandı. Papirüs Eski Mısırlıların yazı kağıdı olarak kullanmak için özünden yararlandıkları, boyu 2,5-3 metre kadar olan bir bitkidir. Hatta günümüzde İtalya’nın bazı yerlerinde yetiştiği de bilinmektedir.
Papirüs çok eskiden beri Mısır’da Nil kıyısında tarımı da yapılmış olan bitkidir. Bu nedenle Mısır için önemliydi. Çünkü yaprakları gıda olarakta kullanılıyordu. Bizim için önem oluşturduğu konu ise kağıt imalatında kullanılmasıdır. Parşömen kağıdına göre daha ucuza mal diliyor olması ise en büyük avantajıydı. Resmi yazışmalarda ve özellikle edebiyat alanında çok fazla kullanılmasının asıl sebebi de budur.
Fakat zamanla Papirüs Mısırda daha az üretilmeye başlandı. Hele Arapların Mısır’ı almasından sonra Avrupa ülkelerine olan papirüs ihracatı durma noktasına geldi.
Papirüs kâğıdının bulunmasının ardından Hintlilerin mürekkebi icat etmelerinin ardından yazı yazmak daha da kolaylaştı. Tabi Anadolu’da, Bergama’da parşömen kağıdının icat edilmiş olması ise yazıların daha kalıcı olmasını sağladı. Artık insanlık tarihinde yaşanacak her şey kayıt altındaydı.
Çinlilerin Kağıt Mucizesi
2000 yıl kadar önce Avrupa’da Yunanlılar ve Romalılar, Mısır papirüslerini kullanırken Çinliler kağıt yapmaya ve kullanmaya başlamıştı. Kâğıt yapmak için daha çok bambu liflerini, çeşitli otları ve eski paçavraları kullanılıyorlardı. Bunları, büyük havanlar içinde suyla karıştırıp hamur haline getirip, kağıt yapımında kullanıyorlardı.
Anadolu’nun Yazıyla Tanışması
Mezopotamya’da yazı kullanılmaya başladığında Anadolu’nun henüz yazının varlığından haberi yoktu. Bu nedenle Anadolu Mezopotamya kültürlerinden çok sonra yazıyla tanışmıştır. Anadolu’ya yazıyı getiren de yine Mezopotamyalılar olmuştur.
Mezopotamya devletlerinden olan Asurlular Anadolu’yla yaptıkları ticaretle birlikte yazıyı da getirmişlerdir. Sadece yazıyı getirmekle kalmayıp, kültürlerini de getirip, yayma fırsatı bulmuşlardır. Anadolu’da kurdukları ticaret kolonileri sayesinde de yazının diğer devletler tarafından da öğrenilip, yaygınlaşmasına neden olmuşlardır. Böylelikle Anadolu’da artık tarihi dönemlere geçmiştir. Daha önce Anadolu tarihi hakkında ki bilgiler sınırlıydı. Yalnızca kullanılan eşyalardan bilgi sahibi olunuyorken, yazının gelmesiyle daha kesin ve daha ayrıntılı bilgiler yazılı kaynaklardan elde edilmiş olundu.
Yazı, Asurlu tüccarların Anadolu’ya en büyük hediyesi olmuştur. Artık yazılı belgelere sahipti ve tarih öncesi çağlardan, tarih çağlarına atlamış bir Anadolu vardı.
Yazının bulunmasının “bir icat mı yoksa tamamen rastlantısal bir durum mu?” tartışmalarının yaşandığı günümüzde asıl önemli soru “Yazının hangi toplumsal koşulların ürünü olduğu ve hangi toplumsal ihtiyaçların karşılığı olarak ortaya çıktığı” olmalıdır. Koskoca bir çağı kapatıp, yepyeni bir çağı açma gücüne sahip olan yazı, yüzyıllar sonra bile aynı gücünü korumaktadır.